İçinde yaşadıklarından daha farklı bir dünyanın hayalini
kuranları, bu hayali gerçekleştirme yoluna koyulduklarında, sorulmuş ya da
sorulması gerekli bir yığın soru bekler. Eğer dünyanın değişmesi isteğinden ve
dünyayı değiştirmek isteyenlerden söz ediyorsak, tüm bu soruların yöneldiği
nihaî hedef tektir ya da tek olmalıdır: Devrim nasıl gerçekleşecektir?
Erkin Özalp’in ‘Teorisyeniniz
Devrimciydi - 21. Yüzyılda Marksizm ve Sosyalizm’ adlı kitabı, dünya
çapında kapitalizmin bunalımlarının yarattığı yıkımlara karşı gelişen toplumsal
hareketlerin damga vurduğu bir dönemde, işte bu temel soru üzerinden
şekilleniyor. Yazar, bir yandan Türkiyeli Marksistlerin dikkatini, ‘işgal’
eylemlerinde olduğu gibi kapitalizmi bir sistem olarak sorgulayan toplumsal
hareketlerin ortaya çıkışına, bu hareketlerin örgütlenme tarzlarına ve
özellikle İnternetin üstlendiği kritik role çekerken, diğer yandan ‘Marx Neden Haklıydı?’ türünden
kitaplara dönük ilgi artışının işaret ettiği ihtiyaca karşılık vermeyi de ihmal
etmiyor; hatta belki daha ağırlıklı olarak bu ikincisini gözetiyor.
Devrimci bir Marksizm
rehberi
Sekiz bölümden oluşan kitabın ilk altı bölümü, örtük ya da
açık soru-cevap formunda bir Marksizm rehberi işlevi görüyor. Ancak “diyalektik
nedir, altyapının üstyapıyı belirlemesi ve üstyapının görece özerkliği ne
anlama gelir, ideoloji yanlış bilinç midir?” türünden tartışmalar bekleyenler
fazla ümitli olmamalı. Çünkü Özalp, kavramları değil kapitalizmi sorgulayanlar
ve bir adım daha gidersek ortadan kaldırmak isteyenler için hazırlamış bu
rehberi. Hâliyle karşımıza çıkan da devrimci bir Marx portresi ve Marksizm
oluyor.
Marx’ın Komünist
Manifesto’da ortaya koyduğu ilk devrim modelinin incelendiği bölümün
ardından, işçi sınıfının 1848’de aldığı yenilgiden ve Paris Komünü deneyiminden
çıkartılan derslerin izlendiği bir diğer bölüm geliyor. Ne var ki, burada bir
Marx biyografisi sunmanın ya da tarihsel döküm çıkarmanın amaçlanmadığını okur
kolayca fark edebiliyor. Yazar, geçmiş deneyimlerden çıkartılan derslerden
hareketle, sosyalist bir devrime giden yolun ancak işçi sınıfının siyasal
mücadeleleriyle açılabileceğini ortaya koyarken, kitabın son bölümünde günümüz
Türkiyesi bağlamında somutlaştırılacak olan “Ne yapmalı?” sorusuna verilecek
yanıtın temelleri de atılmış oluyor.
Belki burada durup bir ipucu vermek faydalı olacaktır:
Yazarın da ısrarla vurguladığı üzere, işçi sınıfı ancak gerçekçi hedefler
uğruna mücadele etmek yoluyla somut bazı kazanımlar elde ederek bir siyasal güç
haline gelebilir.
Sol literatürde ifade edilegeldiği biçimiyle, “işçi
sınıfının gündelik mücadelesi ile sınıfın tarihsel misyonu arasındaki açının”
ancak somut siyasal mevzileri hedefleyen ve kazanımlara önem veren bir mücadele
tarzıyla doldurulabileceğini ileri sürüyor yazar. Ancak öncelikle bu açıya
kaynaklık eden toplumsal koşulların anlaşılması isteniyorsa, “İşçi Sınıfı (her
zaman) devrimci midir?” başlıklı bölümünün sade bir anlatımla bu ihtiyacı
yeterince karşıladığı söylenebilir. Geçerken, aynı bölümün, “işçilerin
bilinçlerini adım adım geliştirme” stratejisine ve yazarın kendi ifadesiyle
“saadet zinciri” modeline yönelik eleştirileri içermesi bakımından dikkat
çekici olduğunu da belirtelim.
Kapitalizmle derdi olanlar için yazılmış bir kitabın ‘Das Kapital’e değinmemesi herhalde düşünülemezdi.
Özalp de beşinci bölümde bize ‘Das
Kapital’in ne anlattığını yine oldukça anlaşılır bir dille ve eğlenceli
örneklerle özetliyor.
İzleyen bölümdeki Sovyet deneyimi incelemesi, 20. yüzyılın
sosyalist yönetimlerinin karşılaştığı kısıtların, günümüzde, bilişim
teknolojilerinin yarattığı olanaklar sayesinde büyük ölçüde aşılabileceği
değerlendirmesinden doğan iyimserlikten ayrı düşünülmediğinde, bu olanakların
somut olarak ele alındığı “Yeni Bir Dönemin Habercileri” başlıklı bir sonraki
bölüm daha fazla anlam kazanıyor. Sosyalistlere her türlü umutsuzluk kapısını
kapatan Erkin Özalp bu kitapla, sosyalist mücadelenin karmaşık bir siyaset
tarzıyla yürütülmeyeceğini gösteriyor.
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder