Aydın, bazı şeyleri bilmenin, insanlığın durumu ve
geleceği konusunda fikir sahibi olmanın “ayrıcalığını” ya da “keyfini” değil,
yükünü, sorumluluğunu ve çağırdığı görevleri hissetmelidir. Herzen’den beridir bu
açıdan bazı aydınlar ve aydın kuşakları bu sıfatı daha güzel taşıdı. Bugün,
devrimci militan ve solcu aydın sözcük çiftlerini birbiri yerine kullanma
gücünü yeniden hissetmemizin günüdür.
Yetinmeye
ve kabullenmeye reddiye
Türkiye solunun son 30 yıllık tarihi, bu açıdan ciddi
bir çelişki barındırıyor. Büyük fedakarlıklar ve insanüstü çabaların bir
bileşimi olan birçok siyasi çalışmanın her biri, son kertede bir tür marjinalizmin
sınırları içine hapsedildi ve kesintili çırpınışlar görüntüsüne büründü. Halkı
kaderini değiştirmeye çağıran solcu militan, inançlı, inatçı ama sayıca az ve
kupkuru kaldı. Çoğunlukla günceli kavrayamamakla, hayalcilikle suçlandı.
Kuşkusuz düzenin ideolojik araçları, hitap
kanallarının tıkanması sürecinin baş sorumlusudur. Ama tek sorumlusu değildir;
sömürenlerin düzeni, sonuçta sömürenleri kollarken esas işlevini yerine getirmektedir.
Diğer yandan bu 30 yılın sonuna doğru Türkiye Sol Hareketi kapalı kanalları
kanıksamış ve hakim psikolojisi “böyle idare ediyoruz işte” haline gelmiştir.
Yetinmek, kabullenmek, bırakın devrimciliği, aydın olmanın zıddıdır.
Biz, bu dönemin tümünde yaşamış, onyıllarca direnmek,
doğruda durmaya çalışmak ama marjinalizmi kanıksamak olarak özetlenebilecek bu
büyük çelişkinin taşıyıcısı bir ara kuşağın insanlarıyız. Ve dünyamızın son otuz
yılda yönetildiği gibi yönetilemeyeceğinin ilk sinyallerinin alındığı bir
dönemde, inancın ve umudun, sadece doğruda durmak için değil, örgüt-kitle
bağlarına yeniden kavuşmak için de tazelenmesi gerektiğini düşünen bir kuşak
haline gelmek zorundayız.
Nereden
Başlamalı?
Erkin Özalp çok basit ve çok etkili bir noktadan
başlıyor - evet birisi başlamalıydı! Tazelenme için ilk ve en önemli kaynak
Karl Marx’tır. Yazar, solcu aydının bu hengâmede unutmaya yüz tuttuğu umudun ve
iyimserliğin en önemli ve başlangıç adresini bilincimize yeniden kazımayı saygın
bir görev olarak bellemiş. Marksizmin tartışılması için etkili bir yöntemle
karşı karşıyayız: Bize marksizmin sınırlarını gösteriyor; bir iktisat teorisi,
felsefi disiplin ya da kapitalizmin bütünsel analizi değil, kapitalizmin nasıl
devrileceğinin teorisi olduğu iddiasını serimliyor. Devrimciliğin marksizmin oluşumunda,
genetiğinde çakılı olduğunu ispatlıyor. Kitap, günümüz dünyasında kapitalizmle
daha etkili mücadele biçimleri ararken marksizmden nasıl güç alınabileceğinin;
devrimci ve umutlu kalmanın bir kılavuzu olarak şekilleniyor.
Türkiye’deki dönüşüm, kapitalist üretim ilişkilerinin dünyanın
birçok noktasında olduğu gibi “hakim olma” durumunun çok ötesine geçip gündelik
hayatın hemen her noktasını hızla yeniden kurması, şirazesinden çıkması ve insani
değerlerden büsbütün uzaklaşması ölçüsünde, “anlık” müdahaleleri de güçleştiriyor
veya etkisizleştiriyor. Peki bu olan bitenler, “kendi mezar kazıcılarını”
çağırdığı halde, solcuları, sosyalistleri ayaklarını sağlam bastıklarını ele
güne göstermeye davet ettiği halde; biz niye bu kadere razı oluyoruz? Bu kitap
sayesinde bir kez daha anlıyoruz ki, bunu doğru dürüst tartışmıyoruz bile.
Ne
yapmalı?
19. yüzyıl devrimleri karşısında marksizmin tutumunun
ve şekillenmesinin anlatıldığı ilk dört bölümü, beşinci bölümde yer alan etkili
bir Kapital okuma kılavuzu takip
ediyor. Özet yerine kılavuz demem kasıtlı: Ben bu bölümü Kapital okumaya ve yeniden okumaya güçlü bir çağrı olarak
anlamlandırdım. Altıncı bölüm, Ekim Devrimi ve Sovyetler deneyiminin bugünün
devrimcisi için neresinden tutulunca anlamlı olabileceğini tartışıyor. Son iki
bölümde ise, anlatılan marksizm ve devrimcilikten hareketle bugün neler
yapılabileceği tartışılıyor.
Kitabın kurgusu ve sağlam temeli, sonda tartışılan
önerilerin “fantezi” denilerek görmezden gelinmesini imkansız hale getiriyor ve
önemli kapılar açıyor. Açılan bu kapılar, bizi, son dönemde on yıl öncesine
göre hızla canlanan birlikte mücadele edilebilecek hedefler saptama, ortak
eylemlilik, seçim platformu gibi niyetlere, samimiyet, süreklilik ve
toplumsal-tarihsel referans ölçütlerine götürebilir.
Erkin’in bir çırpıda okunuveren, ama çoklarımız için
kolay yenilir yutulur olmayan metninde yapmakta olduğu, “kitapta yazan”la
hayatta gerçekleşenler arasında daha sağlam bağlantılar kurma ve tartışma çağrısını
yanıtlamak gerekmiyor mu? Marjinalizmi değil, devrimciliğin doğru kaldıraçlarla
tarihi değiştirme iddiasını ilke edinmemiz ve bir kez daha ispatlamamız
gerekmiyor mu?
(Şubat 2012'de yazılmış, kısaltılmış haliyle Cumhuriyet Kitap'ın 8 Mayıs 2012 tarihli sayısında yayımlanmıştır.)
Yazının konusunu oluşturan kitap: Teorisyeniniz Devrimciydi (21. Yüzyılda Marksizm ve Sosyalizm)
Yazının konusunu oluşturan kitap: Teorisyeniniz Devrimciydi (21. Yüzyılda Marksizm ve Sosyalizm)
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder