1 Mart 2012 Perşembe

'Teorisyeniniz Devrimciydi' söyleşisi (soL)

soL, 1 Mart 2012

Erkin Özalp’le Ocak ayında Yordam Kitap’tan çıkan “Teorisyeniniz Devrimciydi. 21. Yüzyılda Marksizm ve Sosyalizm” kitabı hakkında söyleştik.


Kitabı yazmaya başladığında, aklında belirli bir okur profili var mıydı?

Evet... Yalnızca Marksizm hakkında belirli bir birikime sahip olanların değil, onunla yeni tanışanların da anlayabileceği şekilde yazmaya çalıştım. Amacım bir “Marksizme giriş” çalışması yazmak değildi; ama Marksizmin mücadele gündemini olabildiğince geniş bir kesimle ve mümkün olduğunca açık şekilde paylaşma çabam, sanırım, kitabın bu tür bir özellik de kazanmasına yol açtı.


Bu biraz da özellikle son bunalımla birlikte Marx’ın, hatta son zamanlarda Lenin’in ana akım basında da gündeme gelmiş olmasının sonucu mu? Bir düzeltme ve Marx’ın teorisinin devrimci özünü vurgulama ihtiyacı...

Yine evet... Gerçekten de, özellikle Marx’ın “haklı” olduğu çok daha sık söyleniyor; ama bunu söyleyenlerin büyük bir bölümü, Marksizmle hiçbir ilgisi bulunmayan tezleri savunabiliyor. Her şeyden önce de, Marksizmin devrimci özü ya tümüyle bir yana bırakılıyor ya da silikleştiriliyor. Oysa, kitapta vurgulamaya çalıştığım üzere, sınıfsız topluma giden yolu açmak üzere mevcut düzenin yıkılması hedefi, Marksizmin merkezinde durur ve onun tüm diğer öğeleri üzerinde de belirleyici ağırlık taşır.


Kitapta Marksizmin devrimci özünü Marx ve Engels külliyatı üzerinden açıklamanın yanı sıra, içinde bulunduğumuz tarihsel dönemin barındırdığı devrimci olanaklara da değiniyorsun. Dikkat çekici bir saptama ise yeni bir Aydınlanma çağından geçtiğimiz tespiti. Genellikle Marksist aydınlar, Sovyetler Birliği sonrası dünyayı bir yeni Ortaçağ olarak niteliyor oysa... Sen tersini mi düşünüyorsun?

Öncelikle bir düzeltme yapayım. Yeni bir aydınlanma çağından geçtiğimizi değil, yeni bir aydınlanma çağına girişin işaretleriyle karşı karşıya olduğumuzu düşünüyorum. Kanımca, insanlığın gerçek bir aydınlanma dönemine girip girmeyeceğini, bugün yürütülmekte olan mücadeleler belirleyecek.

Aslına bakılırsa, yıllardır, “Akıl-Dışılık Çağı” başlıklı bir kitap yazmayı düşünüyordum. Bir yandan dünya kapitalizminin 1970’li yıllardan beri içinde bulunduğu uzun süreli durgunluk dönemi, diğer yandan sosyalist ülkelerde yaşanan çözülmeler sonrasında emperyalist saldırganlığın artması, geçmiştekine göre çok daha “karanlık” bir tablo çıkardı ortaya. Dolayısıyla, “yeni Ortaçağ” saptaması yapanların haksız olduklarını düşünmüyorum.

Buna karşın, tek başına karanlıktan şikayet ederek, ileriye doğru yol alamayacağımız kanısındayım. İnsanlığın elinde, kapitalizmin karanlığına son vermenin olanakları da birikiyor. Bence, emperyalist-kapitalist sistemin “karanlık”, “vahşi” ya da “gerici” yanının bu denli öne çıkmasının bir nedeni de, daha ileri bir toplumsal düzen kurma olanağı ile mevcut düzen arasındaki çelişkilerin belki de her zamankinden daha fazla derinleşmiş olması.


Düzeltme için teşekkürler. Yeni bir Aydınlanma çağına girişin olanaklılığı konusunda işaret ettiğin alanlardan bir tanesi de internet. Kitapta internetin sınıf mücadelesi için barındırdığı olanaklara hayli geniş yer ayırıyorsun. Peki, internet de nihayetinde bir medya değil mi? Yani getirdiği olanaklar kadar, bir yönetim aracı olarak işlevleri ve tehlikeleri de önemsenmemeli mi?

Kitabın “Yeni bir dönemin habercileri” başlıklı bölümünde, çok özetleyerek ifade edilecek olursa, “İnternet”ten söz ediliyor gerçekten. Ama bu, “olay Rusya’da geçiyor” türü bir özet olur kanımca. İnternet’in sağladığı şey, insanlar arasında, paylaşımcılığa ve ortak üretime dayalı farklı toplumsal ilişkilerin kurulması olanağı. Bu ilişkilerin fiilen kurulması ve geliştirilmesi ise yine bir mücadele konusu… Daha geri bir örnek olarak matbaa, devrimci düşüncelerin yaygınlaşmasından çok, egemen ideolojinin güç kazanmasına hizmet etmişti. Bugünün dünyasında da, herhangi bir aracın ya da ortamın, sınıf mücadelelerinden bağımsız bir şekilde insanlığı ileriye taşıması elbette olanaksız. Buna karşın, sınıf mücadelesi yürütenler açısından bakıldığında, geçmişte egemen sınıflara hizmet eden matbaanın getirdiği devrimci olanaklardan yararlanmak ne kadar önemli olduysa, bugün de, yine egemen sınıflara hizmet eden bilimsel ve teknolojik ilerlemelerin getirdiği devrimci olanaklardan yararlanmak o kadar önemli. Tehlikeleri ayrıca tartışma gereğini duymadım, çünkü içinde bulunduğumuz dönemde her tür bilimsel ve teknolojik ilerlemeye zaten büyük bir kuşkuyla yaklaşılıyor. Bu kuşkuculuğun haklı nedenleri de bulunuyor tabii ki; ama insanlığın geleceğini geçmişte arayamayacağımız da bir o kadar açık olmalı.


Kesinlikle... Kastım biraz da şu: İnternetin sağladığı olanakların toplumsal ilişkilerde bir devrim yarattığı, hatta “devrimleri” yeniden tarif ettiği sık sık egemen basında dile getiriliyor. Şu meşhur “Twitter-Facebook devrimleri” kavramlaştırmalarında olduğu gibi… Bu tuzağa düşmeden, yani bir sınıf hareketi örgütlenmesinin anlamını hatırlayarak ve hatırlatarak, yeni olana yaklaşmak gerekiyor herhalde...

Katılıyorum...


Kitapta bu tartışmanın bir diğer boyutu da son dönemde gelişen toplumsal hareketler. Özellikle yaklaşık son bir yılda gerçekleşen kitle hareketlerini aynı şekilde kategorize edebilir miyiz? Örneğin Arap ülkelerindeki hareketler, “Occupy Wall Street” hareketi ve Avrupa’daki yansımaları ve Yunanistan gibi örnekler ilk akla gelenler.

Elbette edemeyiz. Kitapta da, son dönemlerin toplumsal hareketlerini bütünlüklü bir şekilde çözümlemeye çalışmadım. Örneğin, “Occupy Wall Street” hareketi üzerinde biraz daha fazla durmamın nedeni de, bu hareketin barındırdığı bazı yeniliklere ya da özgünlüklere devrimcilerin ne şekilde yaklaşması gerektiğini tartışmak istememdi...


Occupy Wall Street hareketini küçümsemek kesinlikle hata olur. Ama bir yandan da bu hareketin benzerleri Avrupa’da, örneğin İspanya ve Yunanistan’da, örgütlü sınıf hareketinin karşısına konuldu. Yunanistan’da Öfkeliler Hareketi “sendikalar ve partiler dışarı” sloganıyla eylem yapıyordu. Sence bu tür karşıtlıklar önemsenmeli mi?

Hiç kuşkusuz, her somut durumda, her ülke özelinde, yine somut değerlendirmeler yapmak zorundayız. Her şey bir yana, “işgal” hareketi, net bir siyasal programdan da hedeflerden de yoksun olan, son derece heterojen bir hareket. Bu hareketin içinde, Marksizme yakın kesimler de var, her türden sol düşünceyi dışlamak isteyebilecek olan kesimler de. Dahası, hareketin hem dünya ölçeğinde hem de tek tek ülkelerde ne tür bir evrim geçireceği henüz belirsiz. Belki de hepsinden önemlisi, net bir siyasal programı ve hedefleri bulunmayan bir hareketin elde edebilecekleri sınırlı.

Ama tüm bunlara şöyle de bakabiliriz: Bazı ülkelerde Marksizm düşmanlığı ağır basıyor olsa bile, Marksistlerin katkılarına tümüyle kapalı olmayan, geçmişteki bazı benzer hareketlerden farklı olarak kapitalizmin kendisini sorgulayan, düpedüz zengin düşmanlığı yapabilen, “dünya devrimi” sloganını kullanabilen bir hareketle karşı karşıyayız. Bugün için düzenle karşı karşıya gelebilen bu hareket, Marksistler hiçbir şey yapmazsa, zaman içinde, tümüyle düzen içi bir harekete dönüşerek sönümlenebilir tabii ki. Kanımca, bize düşen, tam tersinin gerçekleşmesi için içtenlikle mücadele etmek...


Dolayısıyla Marksistlerin bu tür mücadelelere nasıl yaklaştıkları, nasıl müdahale etmeye çalıştıkları ve kendilerini nerede konumlandırdıkları önemli bir değişken. Kitabın sonunda da “Sol ve İktidar Mücadelesi” başlığı altında, bir açıdan bunu tartışıyorsun. Sadece OWS gibi hareketlerle Marksistler nasıl ilişki kurmalı sorusunu değil elbette; genel olarak solun iktidar mücadelesine yönelik yanlışlarını ve ihtiyaçlarını… Burada şu vurgu dikkat çekici: Sol masa başında üretilen taleplerle ve soyut bir mücadele/örgütlenme çağrısıyla yol alamaz diyorsun. Türkiye solunda bunun aksini iddia eden ya da yapan var mı sana göre?

“Masa başında üretilen talepler” vurgusu daha geneldi ve Marx’ın Fransız İşçi Partisi programıyla ilgili yaklaşımı hakkındaydı. Ama bunun dışında, biz solcuların, uzunca bir süredir, soyut mücadele/örgütlenme çağrıları yapmanın çok fazla ötesine geçemediğimizi düşündüğüm doğru! Sadece son bölümde değil, kitabın bütününde vurgulamaya çalıştığım üzere, bence, temel ihtiyaçlarımızdan biri, somut, gerçekçi, herkesin anlayabileceği ve katkıda bulunabileceği mücadele hedefleri belirlemek. Burada da, güncel gelişmelerle ilgili somut tavır alışlardan söz etmiyorum doğal olarak. Siyasal iktidar mücadelesiyle bağları kurulabilecek olan hedefleri kastediyorum. Kanımca, tam da “sol iktidara nasıl gelecek” sorusuna somut cevaplar vermekten hayli uzaklaştık. Teorisyeniniz Devrimciydi’nin temel amaçlarından biri, bu sorunun yeniden gündemimize girmesine vesile olmak...

Alper Birdal (soL)


Hiç yorum yok :

Yorum Gönder