Erkin Özalp’le Ocak
ayında Yordam Kitap’tan çıkan “Teorisyeniniz Devrimciydi. 21. Yüzyılda Marksizm
ve Sosyalizm” kitabı hakkında söyleştik.
Kitabı yazmaya
başladığında, aklında belirli bir okur profili var mıydı?
Evet... Yalnızca Marksizm hakkında belirli bir birikime
sahip olanların değil, onunla yeni tanışanların da anlayabileceği şekilde
yazmaya çalıştım. Amacım bir “Marksizme giriş” çalışması yazmak değildi; ama
Marksizmin mücadele gündemini olabildiğince geniş bir kesimle ve mümkün
olduğunca açık şekilde paylaşma çabam, sanırım, kitabın bu tür bir özellik de
kazanmasına yol açtı.
Bu biraz da özellikle
son bunalımla birlikte Marx’ın, hatta son zamanlarda Lenin’in ana akım basında
da gündeme gelmiş olmasının sonucu mu? Bir düzeltme ve Marx’ın teorisinin
devrimci özünü vurgulama ihtiyacı...
Yine evet... Gerçekten de, özellikle Marx’ın “haklı” olduğu
çok daha sık söyleniyor; ama bunu söyleyenlerin büyük bir bölümü, Marksizmle
hiçbir ilgisi bulunmayan tezleri savunabiliyor. Her şeyden önce de, Marksizmin
devrimci özü ya tümüyle bir yana bırakılıyor ya da silikleştiriliyor. Oysa,
kitapta vurgulamaya çalıştığım üzere, sınıfsız topluma giden yolu açmak üzere
mevcut düzenin yıkılması hedefi, Marksizmin merkezinde durur ve onun tüm diğer
öğeleri üzerinde de belirleyici ağırlık taşır.
Kitapta Marksizmin
devrimci özünü Marx ve Engels külliyatı üzerinden açıklamanın yanı sıra, içinde
bulunduğumuz tarihsel dönemin barındırdığı devrimci olanaklara da değiniyorsun.
Dikkat çekici bir saptama ise yeni bir Aydınlanma çağından geçtiğimiz tespiti.
Genellikle Marksist aydınlar, Sovyetler Birliği sonrası dünyayı bir yeni
Ortaçağ olarak niteliyor oysa... Sen tersini mi düşünüyorsun?
Öncelikle bir düzeltme yapayım. Yeni bir aydınlanma çağından
geçtiğimizi değil, yeni bir aydınlanma çağına girişin işaretleriyle karşı
karşıya olduğumuzu düşünüyorum. Kanımca, insanlığın gerçek bir aydınlanma
dönemine girip girmeyeceğini, bugün yürütülmekte olan mücadeleler belirleyecek.
Aslına bakılırsa, yıllardır, “Akıl-Dışılık Çağı” başlıklı
bir kitap yazmayı düşünüyordum. Bir yandan dünya kapitalizminin 1970’li
yıllardan beri içinde bulunduğu uzun süreli durgunluk dönemi, diğer yandan
sosyalist ülkelerde yaşanan çözülmeler sonrasında emperyalist saldırganlığın
artması, geçmiştekine göre çok daha “karanlık” bir tablo çıkardı ortaya.
Dolayısıyla, “yeni Ortaçağ” saptaması yapanların haksız olduklarını
düşünmüyorum.
Buna karşın, tek başına karanlıktan şikayet ederek, ileriye
doğru yol alamayacağımız kanısındayım. İnsanlığın elinde, kapitalizmin
karanlığına son vermenin olanakları da birikiyor. Bence, emperyalist-kapitalist
sistemin “karanlık”, “vahşi” ya da “gerici” yanının bu denli öne çıkmasının bir
nedeni de, daha ileri bir toplumsal düzen kurma olanağı ile mevcut düzen
arasındaki çelişkilerin belki de her zamankinden daha fazla derinleşmiş olması.
Düzeltme için
teşekkürler. Yeni bir Aydınlanma çağına girişin olanaklılığı konusunda işaret
ettiğin alanlardan bir tanesi de internet. Kitapta internetin sınıf mücadelesi
için barındırdığı olanaklara hayli geniş yer ayırıyorsun. Peki, internet de
nihayetinde bir medya değil mi? Yani getirdiği olanaklar kadar, bir yönetim
aracı olarak işlevleri ve tehlikeleri de önemsenmemeli mi?
Kitabın “Yeni bir dönemin habercileri” başlıklı bölümünde,
çok özetleyerek ifade edilecek olursa, “İnternet”ten söz ediliyor gerçekten.
Ama bu, “olay Rusya’da geçiyor” türü bir özet olur kanımca. İnternet’in
sağladığı şey, insanlar arasında, paylaşımcılığa ve ortak üretime dayalı farklı
toplumsal ilişkilerin kurulması olanağı. Bu ilişkilerin fiilen kurulması ve
geliştirilmesi ise yine bir mücadele konusu… Daha geri bir örnek olarak matbaa,
devrimci düşüncelerin yaygınlaşmasından çok, egemen ideolojinin güç kazanmasına
hizmet etmişti. Bugünün dünyasında da, herhangi bir aracın ya da ortamın, sınıf
mücadelelerinden bağımsız bir şekilde insanlığı ileriye taşıması elbette
olanaksız. Buna karşın, sınıf mücadelesi yürütenler açısından bakıldığında,
geçmişte egemen sınıflara hizmet eden matbaanın getirdiği devrimci olanaklardan
yararlanmak ne kadar önemli olduysa, bugün de, yine egemen sınıflara hizmet
eden bilimsel ve teknolojik ilerlemelerin getirdiği devrimci olanaklardan
yararlanmak o kadar önemli. Tehlikeleri ayrıca tartışma gereğini duymadım,
çünkü içinde bulunduğumuz dönemde her tür bilimsel ve teknolojik ilerlemeye
zaten büyük bir kuşkuyla yaklaşılıyor. Bu kuşkuculuğun haklı nedenleri de
bulunuyor tabii ki; ama insanlığın geleceğini geçmişte arayamayacağımız da bir
o kadar açık olmalı.
Kesinlikle... Kastım
biraz da şu: İnternetin sağladığı olanakların toplumsal ilişkilerde bir devrim
yarattığı, hatta “devrimleri” yeniden tarif ettiği sık sık egemen basında dile
getiriliyor. Şu meşhur “Twitter-Facebook devrimleri” kavramlaştırmalarında olduğu
gibi… Bu tuzağa düşmeden, yani bir sınıf hareketi örgütlenmesinin anlamını
hatırlayarak ve hatırlatarak, yeni olana yaklaşmak gerekiyor herhalde...
Katılıyorum...
Kitapta bu
tartışmanın bir diğer boyutu da son dönemde gelişen toplumsal hareketler. Özellikle
yaklaşık son bir yılda gerçekleşen kitle hareketlerini aynı şekilde kategorize
edebilir miyiz? Örneğin Arap ülkelerindeki hareketler, “Occupy Wall Street”
hareketi ve Avrupa’daki yansımaları ve Yunanistan gibi örnekler ilk akla
gelenler.
Elbette edemeyiz. Kitapta da, son dönemlerin toplumsal
hareketlerini bütünlüklü bir şekilde çözümlemeye çalışmadım. Örneğin, “Occupy
Wall Street” hareketi üzerinde biraz daha fazla durmamın nedeni de, bu
hareketin barındırdığı bazı yeniliklere ya da özgünlüklere devrimcilerin ne
şekilde yaklaşması gerektiğini tartışmak istememdi...
Occupy Wall Street
hareketini küçümsemek kesinlikle hata olur. Ama bir yandan da bu hareketin
benzerleri Avrupa’da, örneğin İspanya ve Yunanistan’da, örgütlü sınıf
hareketinin karşısına konuldu. Yunanistan’da Öfkeliler Hareketi “sendikalar ve
partiler dışarı” sloganıyla eylem yapıyordu. Sence bu tür karşıtlıklar
önemsenmeli mi?
Hiç kuşkusuz, her somut durumda, her ülke özelinde, yine
somut değerlendirmeler yapmak zorundayız. Her şey bir yana, “işgal” hareketi,
net bir siyasal programdan da hedeflerden de yoksun olan, son derece heterojen
bir hareket. Bu hareketin içinde, Marksizme yakın kesimler de var, her türden
sol düşünceyi dışlamak isteyebilecek olan kesimler de. Dahası, hareketin hem
dünya ölçeğinde hem de tek tek ülkelerde ne tür bir evrim geçireceği henüz
belirsiz. Belki de hepsinden önemlisi, net bir siyasal programı ve hedefleri
bulunmayan bir hareketin elde edebilecekleri sınırlı.
Ama tüm bunlara şöyle de bakabiliriz: Bazı ülkelerde
Marksizm düşmanlığı ağır basıyor olsa bile, Marksistlerin katkılarına tümüyle
kapalı olmayan, geçmişteki bazı benzer hareketlerden farklı olarak kapitalizmin
kendisini sorgulayan, düpedüz zengin düşmanlığı yapabilen, “dünya devrimi”
sloganını kullanabilen bir hareketle karşı karşıyayız. Bugün için düzenle karşı
karşıya gelebilen bu hareket, Marksistler hiçbir şey yapmazsa, zaman içinde,
tümüyle düzen içi bir harekete dönüşerek sönümlenebilir tabii ki. Kanımca, bize
düşen, tam tersinin gerçekleşmesi için içtenlikle mücadele etmek...
Dolayısıyla
Marksistlerin bu tür mücadelelere nasıl yaklaştıkları, nasıl müdahale etmeye
çalıştıkları ve kendilerini nerede konumlandırdıkları önemli bir değişken.
Kitabın sonunda da “Sol ve İktidar Mücadelesi” başlığı altında, bir açıdan bunu
tartışıyorsun. Sadece OWS gibi hareketlerle Marksistler nasıl ilişki kurmalı
sorusunu değil elbette; genel olarak solun iktidar mücadelesine yönelik
yanlışlarını ve ihtiyaçlarını… Burada şu vurgu dikkat çekici: Sol masa başında
üretilen taleplerle ve soyut bir mücadele/örgütlenme çağrısıyla yol alamaz diyorsun.
Türkiye solunda bunun aksini iddia eden ya da yapan var mı sana göre?
“Masa başında üretilen talepler” vurgusu daha geneldi ve
Marx’ın Fransız İşçi Partisi programıyla ilgili yaklaşımı hakkındaydı. Ama
bunun dışında, biz solcuların, uzunca bir süredir, soyut mücadele/örgütlenme
çağrıları yapmanın çok fazla ötesine geçemediğimizi düşündüğüm doğru! Sadece
son bölümde değil, kitabın bütününde vurgulamaya çalıştığım üzere, bence, temel
ihtiyaçlarımızdan biri, somut, gerçekçi, herkesin anlayabileceği ve katkıda
bulunabileceği mücadele hedefleri belirlemek. Burada da, güncel gelişmelerle
ilgili somut tavır alışlardan söz etmiyorum doğal olarak. Siyasal iktidar
mücadelesiyle bağları kurulabilecek olan hedefleri kastediyorum. Kanımca, tam
da “sol iktidara nasıl gelecek” sorusuna somut cevaplar vermekten hayli
uzaklaştık. Teorisyeniniz Devrimciydi’nin temel amaçlarından biri, bu sorunun
yeniden gündemimize girmesine vesile olmak...
Alper Birdal (soL)
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder