“Teorisyeniniz Devrimciydi”, Marx’ın dillerden düşmediği bu
dönemde, onun öncelikle “devrimci” olduğunu vurguluyor. Kapitalizmin süregelen
bunalımının ortaya çıkardığı toplumsal hareketler, yeni mücadele olanakları,
“Nasıl iktidar olunur?” sorusunun yanıtları kitabın gündemleri arasında.
Bugün dikkatlerimiz her ne kadar AKP-Cemaat koalisyonundaki
çatışma gündemine kilitlenmiş olsa da, dünya kapitalizminin süregelen
bunalımının sonuçları gözlerden ırak tutulabilecek gibi değil. Yunanistan’daki
yıkıcı krizin, emperyalist baronların dayattığı saldırı programıyla işçi
sınıfına ve yoksul milyonlara fatura edilmek istenmesi… ABD’de yüz binleri
eyleme geçiren ve her türlü bastırma harekâtına karşı inatla sürdürülen “Wall
Street’i İşgal Et Hareketi”… Sosyal adaletsizliğe karşı Avrupa’nın birçok ülkesinde
yükselişe geçen emek hareketi…
Kapitalizmin daha çok sorgulandığı, Marx’ın adının dillere
dolandığı bir süreç yaşanıyor bir süredir. Erkin Özalp, yeni kitabıyla tam da
bu zamanda önemli bir iş yapıyor: Hem kapitalizmi sorgulayan bu hareketlerin
Marksizm’den neler öğrenebileceğini hem de Marksistlerin bu hareketlerden neler
öğrenebileceğini tartışıyor. Fakat tartışmaya başlamadan önce yolu temizlemek
gerektiğini düşünüyor olmalı ki, temel bir nokta üzerinde anlaşmaya varmak
istiyor. Diyor ki: “Marx’ın her şeyden önce bir devrimci olduğu, pek çokları
tarafından unutuldu. Oysa kapitalizmle mücadele etmeye çalışanların en fazla
ihtiyaç duyduğu şeylerden biri, devrimci Marx.”
Yazar, bu nedenle, “Marx nasıl devrimci oldu?” sorusuyla
başlıyor tartışmaya. Marx’ın yaşamının ve eylem içinde oluşturduğu kuramının
tarihsel dönüm noktalarını inceliyor; sonunda, onun için her türlü faaliyetin,
işçi sınıfı devrimi için yürütülen mücadeleye katkıda bulunduğu ölçüde anlamlı
olduğunu ileri sürüyor.
Kitap, bu tezden sonra, birbiriyle sıkı sıkıya bağlantılı
temel teorik konuların incelendiği bir ‘başvuru kaynağı’na dönüşüyor. Yazar,
“İşçi sınıfı (her zaman) devrimci midir?” diye soruyor ve “bugün kapitalist
ülkelerin büyük bölümünde toplumun çoğunluğunu oluşturan işçilerin ‘olağan’
dönemlerde devrimci bir sınıf olarak hareket etmelerinin neden mümkün
olmadığını” tartışıyor, örneğin. Ardından Marx’ın ilk devrim modelini ve
Avrupa’da devrimci mücadele deneyimlerinden hareketle bu modelde yaptığı
değişiklikleri ele alıyor; 21. yüzyılda devrim mücadelesi yürütenler açısından
1789 Fransız Devrimi ve 1871 Paris Komünü’nden çıkarılacak dersleri inceliyor.
Burada kitabın özgün bir yanını da belirtmemiz gerek:
Teorisyeniniz Devrimciydi, Marksizm’i öğrenmeye yeni başlayanlar için bir
kılavuz niteliğinde aynı zamanda. Sınıf bilinci, küçük burjuvazi, proletarya
diktatörlüğü, feodalizmden kapitalizme geçiş, devrim gibi birçok temel kavram
ve olgu, her okurun anlayabileceği açıklıkta anlatılıyor kitapta. Özellikle,
Kapital’in güncel gelişmelerle bağlantılı kısa özetini içeren “Das Kapital ne
anlatıyor?” bölümünde bu ‘anlaşılırlık’, konuya hâkim olmayan okur için çok işe
yarıyor!
“Kılavuz” dedik ama çalışmanın esas amacı bu değil tabii ki…
Özalp, amacını şöyle açıklıyor: “21. yüzyılda, Marx’ın öngördüğü gibi
kitlelerin eseri olacak ve insanların kendi kendilerini yönetmelerini
sağlayacak olan devrimlerin yolunun nasıl açılabileceği tartışmasına katkıda
bulunmayı hedefliyorum. Bu tartışmanın merkezinde, somut ve gerçekçi mücadele
hedeflerinin bulunması gerektiği kanısındayım.”
Evet, bu çalışma aslında bir “Ne yapmalı?” kitabı… Bu çağın
devrimcilerinin Sovyetler Birliği deneyimine nasıl yaklaşması gerektiğinin
incelendiği bölüm de, önceki bölümler de bir “tarih araştırması” değil;
süregiden mücadelenin deneyim hanesine teorik (ve daha çok da politik) bir
katkı sunma amacını taşıyor. Dahası, yazar, işçi sınıfının siyasi iktidarını
kurmak için hangi araçlardan ve mücadele biçimlerinden yararlanmalıyız,
sorusuna yanıt arıyor, örneğin İnternet’in sunduğu olanakları tartışıyor. “Yeni
bir aydınlanma çağının haberciliğini yapan hareketlerin” ortaya çıkmasında
İnternet’in rolünü özellikle vurguluyor, “İnsanlığın elindeki yeni olanaklar,
üretim süreçlerinin toplumsal çıkarlar doğrultusunda örgütlenmesi ve halkın
devlet yönetimine katılımı konularında, geçmiştekilere göre çok daha ileri
hedeflerin belirlenmesini mümkün kılıyor,” diyor.
Kitabın son bölümünde, tüm bu tartışmalar Türkiye’deki
devrim mücadelesiyle ilişkilendiriliyor. Türkiye solunun mücadele gündemlerinin
ne olması gerektiğinin tartışıldığı bu bölümde, “Nasıl iktidar olunur?”
sorusunu yanıtlamaya çalışıyor, yazar. Beğeniriz beğenmeyiz, doğru buluruz ya
da eleştiririz; temel mesele bu değil. Temel mesele, yeni bir soru sormak, yeni
bir yanıt vermek… Teorisyeniniz Devrimciydi, bunu yapmaya çalışıyor. Bu nedenle
önemsenmeyi hak ediyor.
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder