11 Temmuz 2012 Çarşamba

Sınıf mücadeleleri ve İnternet (söyleşi)

Edebiyatta Üç Nokta, Sayı: 7, Bahar 2012

Özgün Başlık: “Kapitalizme karşı mücadele, egemen sınıf tarafından hiçbir şekilde kullanılamayacak olan araçlarla yürütülemez.”



Söyleşi: ALİ MERT

Sevgili Erkin Özalp, yeni yayımlanan Teorisyeniniz Devrimciydi adlı kitabınızda sınıf mücadelelerinin günümüzde geldiği noktayı geniş bir perspektifle ele alırken, internetle gelen yeni olanakları “aydınlık çağ” içerisinde görmüş, değerlendirmişsiniz. Yeni bir aydınlanmadan mı söz ediyorsunuz, bunun unsurları ve işaretleri neler?

Daha önce bir başka söyleşide vurguladığım üzere, yeni bir aydınlanma dönemine girdiğimizi değil, bunun işaretleriyle karşı karşıya olduğumuzu düşünüyorum. Kanımca, insanlığın yeni bir aydınlanma dönemine girip giremeyeceğini, bugün yürütülmekte olan mücadeleler belirleyecek.

İnternet, insanlığın bilgi birikiminin neredeyse tümüne herkesin erişmesini ve yine tek tek her bireyin başkalarıyla etkileşim içinde bu birikime katkıda bulunmasını olası kılıyor. Daha bugünden, internet sayesinde gerçekleştirilen paylaşımlar ve ortak üretimler, özel mülkiyetin ve kâr hırsının insanlığın ilerlemesi için zorunlu birer koşul olduğu iddiasını somut olarak çürütülüyor.

Yalnızca internet değil, daha genel olarak insanlığın elindeki bilimsel ve teknolojik birikim, tüm insanların fiziksel ve asıl önemlisi zihinsel üretim potansiyelinin toplumsal çıkarlar doğrultusunda harekete geçirilmesini olası kılıyor. Tüm insanları ilgilendiren her tür bilginin herkese açık hale getirilebilir olması, insanların kendi kendilerini yönetmeleri konusunda, geçmişte var olmayan çok önemli bir olanak anlamına geliyor.

Ama bu olanakların değerlendirilmesinin önünde bir engel var: Kapitalizm. Geçmişte üretici güçleri geliştirdiği için feodalizmin yerini alabilmiş olan kapitalist düzen, insanlığın eşitliğe ve özgürlüğe dayalı daha ileri bir düzen kurmasının önündeki temel engele dönüşmüş durumda. Bir yanda inanılmaz bir zenginlik birikirken, diğer yanda insanların büyük çoğunluğu açlıkla ve yoksullukla pençeleşiyor ve toplumsal ilerlemeye katkıda bulunma olanağından yoksun bırakılıyor. Her açıdan akıl-dışı hale gelmiş bir düzeni ayakta tutmak için de, baskı araçlarına ve gerici ideolojilere giderek daha fazla başvuruluyor.

Bugün gelinen noktada, emperyalist-kapitalist sistemin artan saldırganlığının karşısına “eldekileri koruma” mücadelesiyle çıkmanın, yenilgiyi baştan kabullenmek anlamına geleceğini düşünüyorum. İnsanların büyük çoğunluğu için, kaybedilecek pek az şey kaldı. Buna karşın, kazanabileceğimiz bir dünya var.


Sınıf mücadelesinde ve örgütlenmede internetin ve sosyal paylaşım ağlarının “gerçek” bir yeri olabileceğini düşünüyor musunuz? Yoksa virtüel/sanal olanla gerçek olan karışıyor mu birbirine?

Her iki soruyu da “evet” diye cevaplasam? İnternet ve sosyal ağlar, toplumsal yaşamın tüm diğer alanlarında olduğu gibi sınıf mücadelesinde ve örgütlenmede de daha şimdiden “gerçek” bir yere sahip. Diğer yandan, sanal olanla gerçek olan da birbirine karışıyor. Ama ne zaman karışmadı ki? Eğer “sanal” sözcüğünden “somut gerçekliğin parçası olmayan”ı anlayacaksak, düşünceler ya da ideolojiler dünyasını da “sanal âlem”in bir parçası saymamız gerekir. Ve bu dünya, özellikle somut gerçekliği değiştirme mücadelesi yürütenler için, her dönemde, somut gerçeklik kadar önem taşıdı.

Aslına bakılırsa, internet ortamının “sanallığı” hakkında konuşurken de dikkatli olmalıyız. Eserlerini internet aracılığıyla paylaşan yazarlar ya da sanatçılar, yalnızca “sanal” bir iş mi yapmış oluyor? Basılı kitaplar, elektronik ortama aktarıldıklarında, gerçekliklerini yitiriyor mu? İnternet aracılığıyla yapılan sesli ve görüntülü görüşmelere “sanal görüşme” diyebilir miyiz? Ülkenin dört bir yanına dağılmış durumdaki ataması yapılmayan öğretmenlerin internet aracılığıyla bağlantı kurup eylemleriyle gündeme girmesi “sanal mücadele” midir?

Geçtiğimiz yüzyılda sermaye sahiplerinin en büyük başarılarından biri, insanları birbirlerinden koparmalarıydı. Aynı çatı altında çalışanların bile birbirleriyle neredeyse hiç sohbet edemedikleri bir “çalışma düzeni” kurabildiler. Buna karşın, hem genel olarak İnternet, hem de özelde sosyal ağlar, çok farklı yerlerde çalışan ve yaşayan insanların iletişim kurmasını ve ortak faaliyetlerde bulunmasını sağlıyor. Farklı mücadele deneyimlerinin eskisine göre çok daha kolay ve hızlı bir şekilde paylaşılması ve tartışılması mümkün hale geliyor. Zaman sıkıntısı ya da girişkenlik eksikliği gibi nedenlerle başkalarının önünde görüşlerini ve önerilerini dile getirmekte zorluk çekenler, İnternet aracılığıyla seslerini duyurabiliyor.

Kısacası, İnternet, gerçek insanlar arasındaki gerçek ilişkilerin derinleştirilmesini ve zenginleştirilmesini de sağlıyor. Bunun sınıf mücadelesi açısından da önem taşımaması mümkün olabilir mi?


Mücadele demişken Arap Baharı olarak adlandırılan süreçte siz internetin rolünü nasıl değerlendiriyorsunuz? Söylendiği kadar ön planda mı sizce de? Keza Arap ülkeleri dışında Batılı ülkelerde yaşanan eylemler için de bir değerlendirme yapabilir misiniz?

Her toplumsal hareket, iletişim araçlarına da ihtiyaç duyar. On binlerce, yüz binlerce ya da milyonlarca insanın, hiçbir iletişim aracından yararlanmadan ortak eylem düzenlemesi mümkün değil. Buradan hareketle toplumsal hareketleri iletişim araçlarının yarattığını iddia edenlerin önemli bir bölümü, aslında, bu hareketlerden duydukları rahatsızlığı dile getirmiş olur.

Topluca “Arap Baharı” diye anılan toplumsal ve siyasal hareketler, gerçekte çok farklı dinamiklerin birer ürünü. Libya ve Suriye örneklerinde, emperyalist müdahaleler çok daha ön planda. Buna karşın Mısır ve Tunus örneklerinde, geniş kitlelerin diktatörlük rejimlerine, yolsuzluklara ve yoksulluğa yönelik tepkileri daha büyük bir önem taşıdı. Bu arada, Mısır ve özellikle Tunus, Afrika kıtasında internet kullanımının en yaygın olduğu ülkeler arasında yer alıyor. Bu ülkelerdeki toplumsal hareketlerde internetten daha fazla yararlanan gençlerin önemli bir pay sahibi oldukları açık.

Batı Avrupa ülkelerindeki ve ABD’deki toplumsal hareketler söz konusu olduğunda, internetin daha özel bir yere sahip olduğu söylenebilir. Bu hareketlerin çoğu, interneti yalnızca haberleşmek amacıyla değil, aynı zamanda herkesin katılımına açık karar alma süreçleri yaratmak için kullanıyor.

Ama her durumda, kitleleri sokağa döken, internet değil, internet sayesinde daha fazla insanın haberdar olduğu somut mücadele hedefleri. Kitlelerin anlamlı ve gerçekçi bulmayacağı mücadele hedefleri, sırf internet var diye, kitlesellik kazanamaz.


[Nihat Ateş’in sorusu:] Aynı konuya kitabınızdan devam edecek olursak “Ama dünya üzerindeki herhangi bir gelişmenin emperyalizmin çıkarlarına hizmet etmesi için çok fazla neden var. Emperyalistler, istemedikleri bir gelişme yaşandığında, hayıflanmakla yetinmek yerine, bu gelişmeyi kendi işlerine yarayacak şekilde kullanmanın yollarını arar.” (s.135) diyorsunuz. Tabii bu bir gerçek. Sizin de örneklediğiniz gibi ABD’deki “yüzde 99” hareketi, İngiltere’de katedral önündeki eylemciler, İspanya, İrlanda’daki eylemler hepsi bir sınıf dinamiğine işaret ediyor. Bütün bunlara baktığımızda örneğin İngiltere başbakanı eylemler uzarsa orduyu devreye sokmaktan çekinmeyeceklerini söylüyor. (ki geçen hafta polis zor kullanarak dağıttı.) ABD’deki eylemde yine başkanın zor kullanma ifadesi var. (Şimdilik ordu değilse de polis saldırıp duruyor...) Yunanistan’da sermayenin gerekirse “askeri bir darbe” yapılabileceği beklentisi içinde olduklarını gördük. Sırası gelince Twitter ve Facebook gibi daha birçok paylaşım ortamını ya doğrudan ya da gizlice izleyerek muhalefetin peşine düştüğünü, FBI’ın Twitter’da eylem çağrısı yapan onlarca kişiyi soruşturduğunu da biliyoruz. Bütün bu örnekler bize sermayenin ve emperyalizmin yeri geldiğinde internetin ve iletişim teknolojisinin getirdiği yeni bir yüzyıl ve değişim algısının ötesinde, bildiğimiz klasik, savaş, polis, zor ve faşizm silahlarını devreye sokacağını gösteriyor. Şunu sormak istiyorum: Eğer bir gün bu sınıfsal dinamik sermaye düzenini gerçekten tehdit eder hale gelirse ve devrimci tarihimizin bize çok iyi gösterdiği gibi egemenlerin hızla sınıfsal refleksleri çalışmaya başlarsa, o gün bütün dünya üzerinde internetin fişini çekme ihtimali de yok mu? İnternet yok, savaş ve zor var. Dünya ekonomisi tehlikede, internet demokrasiye zarar vermeye başladı derse ne olacak? Sonuçta emperyalizmin o fişi elinde tuttuğu aşikar, o zaman ne olur sizce?

Birincisi, savaş, polis, zor ve faşizm silahlarının her zaman devreye sokulabileceğini elbette bilmek zorundayız. Karşımızda, sırf insanlığa gözdağı verebilmek için Hiroşima’ya ve Nagazaki’ye atom bombası atabilmiş emperyalist güçler var. Ama diğer taraftan, baskı araçlarına başvuran her düzen, aynı zamanda bir meşruiyet sorunuyla karşı karşıya kalır. Bugüne kadar kurulmuş olan faşist rejimlerin büyük çoğunluğu yıkıldı. Emperyalistler, internetin fişini çekmek gibi bir adım atmaya, ancak, başka hiçbir çarelerinin kalmadığını düşündüklerinde kalkışabilir. Bir başka deyişle, devrimci hareketler, emperyalizmi ortadan kaldırabileceklerini somut olarak gösterdiklerinde... O tür bir dönemde internetin fişini çekmeleri, son darbenin vurulmasından önceki son hamleleri de olabilir...

İkincisi, internetin fişini çekmek hiç de o kadar kolay değil. Tek bir merkezin ya da tek bir ülkenin mutlak kontrolü altında olmayan bir ağdan söz ediyoruz. Dahası, internetin fişinin çekilmesi demek, düzen kurumlarının da büyük ölçüde işlemez hale gelmesi demek olur.

Üçüncüsü, internetin fişini çekmeye karar verdiklerinde, emperyalistlerin bunu kolaylıkla yapabileceklerini neden kabullenelim? Telekomünikasyon şirketlerinde sadece patronlar değil, işçiler de var. Devrimci bir durumda, fabrikalardaki şalterleri indirebilecek olan işçiler, telekomünikasyon şirketlerindeki şalterlerin indirilmesini neden engelleyemesin?


Venezüella’da Chavez’e dönük darbe girişimi bertaraf edildikten sonra “Devrim televizyondan yayınlanmayacak” (Revolution will not be televised) diye bir belgesel çekilmişti. Sermaye güdümlü televizyon yayıncılığının devrim sürecinin gerçeklerini nasıl “çarpıttığını” anlatan muhalif bir filmdi. İnternet bu anlamda televizyondan farklı, daha eşitlikçi gibi görünüyor. Twitter vb. düşünüldüğünde “Devrim internetten yayınlanacak” diyebilir miyiz?

Aynı belgeselde, Chavez’in televizyondan nasıl yararlandığı üzerinde de duruluyordu. Chavez, halkla doğrudan temas kurmasını sağlayan ve devlete ait televizyon kanalında yayınlanan “Alo Başkan” (Alo Presidente) programıyla, “aptal kutusu”nu devrimci mücadelenin bir aracı haline getirmeyi başarmıştı.

İnternetin ne ölçüde “eşitlikçi” olduğu fazlasıyla tartışmalı elbette. Ne de olsa, genel olarak bakıldığında, para ve güç, internet ortamında da belirleyici önem taşıyor. Buna karşın, devrimin internetten yayınlanacağı da neredeyse kesin.

Türkiye’deki son büyük kitlesel eylemlerden biri, 19 Ocak 2012’de, Hrant Dink’in ölümünün yıldönümü vesilesiyle düzenlenmişti. Geçmişte, bu tür eylemlere katılmayanlar (ve hatta katılanların pek çoğu) için, belirli bir eyleme kaç kişinin katıldığı ve eylem sırasında nelerin olup bittiği hakkındaki tek ya da en önemli bilgi kaynağı, sermaye medyasıydı. Buna karşın, 19 Ocak eyleminde olup bitenler, başından sonuna ve neredeyse anlık olarak, Twitter aracılığıyla izlenebildi. Fotoğraflar, somut bilgiler ve yorumlar paylaşıldı. Gerçeklerden haberdar olmanın bu ölçüde kolaylaşabildiği bir ortamda, sermaye medyası da, yalancılığını dizginlemek ya da çok daha rafine kılmak zorunda kalabiliyor. Bunları yapmayan medya organlarının ciddiye alınırlık düzeyleri düşüyor.

Peki, bunlar oldu diye, Hrant Dink eylemi, bir “Twitter eylemi” mi oldu? Elbette hayır. Twitter, yalnızca bir araç. Kendi başına, hangi amaçlar doğrultusunda kullanılacağını belirleme olanağına sahip değil. Kuşkusuz, Twitter’ın sahipleri, gerekli gördüklerinde, belirli iletileri sansürleyebilir. Ama o zaman, alternatif iletişim araçları kullanılır.


Tam da bu noktada internetin bir mücadele aracı olmasının yanı sıra egemenler açısından bir manipülasyon aracı da olabilmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Hangi araç için bunun aksi söylenebilir ki? Matbaa kullanılarak basılan yayınların çoğunluğu, egemen sınıfın elindeki manipülasyon araçları değil mi? Radyo ve televizyon kanallarının büyük bölümü egemen sınıfın sözcülüğünü yapmıyor mu? Faal durumdaki derneklerin, sendikaların, kitle örgütlerinin, meslek örgütlerinin, siyasal partilerin çoğunluğu, her şeyden önce egemen sınıfa hizmet etmiyor mu?

Kapitalizme karşı mücadele, egemen sınıf tarafından hiçbir şekilde kullanılamayacak olan araçlarla yürütülemez. Bizim amacımız, yepyeni silahlar icat etmek değil, egemen sınıfın emekçilere karşı kullandığı silahları tersine çevirmenin yollarını bulmak olmalı.


Peki, solda sık sık “sokağa çıkın”, “haydi sokağa”, “şimdi eylem zamanı” vb. çağrıları da yapılıyor. Bir taraftan da herkes bilgisayarının başında, internet kanalıyla bütün gün tweet atıp duruyor. Bu çelişkiyi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ortada bir “çelişki”nin bulunduğunu pek düşünmüyorum. Geçmişte de, biz solcular, insanları hep sokağa çağırırdık. Onlarsa, dost sohbetlerinde, kahvehanelerde, meyhanelerde atıp tutardı. Twitter’ın sağladığı, geçmişte bizzat kulak misafiri olunmadığında haberdar olunamayan sohbetleri herkesin izleyebilir hale gelmesi.

Diğer taraftan, yine Twitter’ın ve daha genel olarak internetin, ilgilileri tarafından gerçekten “anlamlı” bulunabilecek olan eylemlere katılımı artırdığı kanısındayım. Geçmişte, herhangi bir eylem çağrısından haberdar olabilecek insanların sayısı sınırlıydı. Bugünse, gerçekten “anlamlı” olabilecek herhangi bir eylem için çağrıda bulunanlar, çok kısa bir sürede, milyonlara olmasa bile yüz binlere ya da en azından on binlere seslerini duyurma olanağına sahip. Örneğin, Facebook kullanıcıları, sıklıkla, belirli “etkinlik” davetlerine maruz kalıyor. Her seferinde, bir karar vermeleri gerekiyor. Arkadaşlardan gelen bir daveti reddetmek kolay mı? Elbette, söz konusu davet yeterince anlamlı bulunmadığında, katılım da artmak yerine azalabilir. Tersinden bakarsak, sokağa çağıran solcular da, eğer kendi başlarına kalacaklarını baştan kabul etmemişlerse, başkalarını da ikna edebilecek olan somut hedefler göstermek zorunda. Bunun nesi kötü?


Yeni yayınlanan kitabınızdan hareketle yaptığımız bu söyleşi için teşekkür ederiz. Konu bu ay dergimizde daha ayrıntılı işlemeye çalışacağımız “e-kitap ve bunun edebiyata etkileri” dosyasıyla bağlantılı gözüktü bize ve onu tamamlayacağını umuyoruz. Bir de dosya kapsamında yazarlara ilettiğimiz bazı sorular var. “Gelinen teknoloji ve gelişen sektörün olanakları içinden baktığınızda matbu yayıncılığın ömrünü tamamladığını düşünüyor musunuz” diye sorduk mesela. Siz ne dersiniz, ömrünü tamamlıyor mu?

Mümkün olan en kısa süre içinde ömrünü büyük ölçüde tamamlamasını umuyorum! Basılı eserlere duyulan ihtiyacın tümüyle ortadan kalkması biraz daha uzak bir geleceğin konusu olabilir. Ama daha bugünden, kolayca taşınabilen, rahat bir okuma deneyimi sunan ve pek çok ek özellikleri bulunan cihazlar aracılığıyla, kütüphaneler dolusu kitabın içeriklerinden yararlanmak mümkün. Belirli bir konudaki yüzlerce kitabın içinde belirli sözcükleri aramanın ne kadar zorlu bir iş olduğunu, bunu yapmış olan herkes bilir. Elektronik ortama aktarılan metinlerde arama yapmak öyle mi?


Bu noktada e-kitabın okuma alışkanlığı üzerinde önemli değişimlere yol açacağını düşünüyor olmalısınız. Peki, e-kitap kendi okurunu yaratır mı?

Özellikle e-kitap okuyucu ve tablet bilgisayar gibi cihazların yaygınlaşmasıyla ve bu tür cihazlara alışmakta zorluk çeken daha yaşlı kesimin nüfusa oranının düşmesiyle birlikte, e-kitap okurluğunun yaygınlaşacağı kanısındayım.


E-kitap üzerine beklenti ve altyapı için temenniniz, öneriniz neler?

Her tür kitabın herkes tarafından özgürce erişilebilir olması.


Söyleşinin konusunu oluşturan kitap: Teorisyeniniz Devrimciydi (21. Yüzyılda Marksizm ve Sosyalizm)

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder