2 Nisan 2020 Perşembe

Türkiye'de Leninizme yer var mı?

Eşitlikçi Forum yazıları

25 Nisan 2014


Leninizm, bugünün Türkiye’sinde, sosyalistlerin yoluna ışık tutmayı sürdürüyor mu?

Eğer Leninizmden, “asıl olan, illegal örgütlenme ve illegal mücadeledir” türü bir tez anlaşılacaksa, bu konuda olumlu görüş bildirmek kolay olmayacaktır.

Bolşeviklerin yasadışı örgütlenmeyi ve yasadışı mücadeleyi temel almalarının nedeni, Rusya’daki baskıcı çarlık rejimine karşı mücadele etmeleriydi. Yasal örgütlenme ve mücadele olanaklarının çok sınırlı olduğu ve bu olanakların bile kolaylıkla ortadan kaldırılabildiği bir ülkede, devrimci bir örgüt için, aksi zaten mümkün değildi. Buna karşın, bugünün Türkiye’sinde, sayısız yasal ve yasadışı antidemokratik uygulamanın varlığına karşın, sosyalistler yasal zeminde örgütlenebiliyor ve yasadışı mücadelenin toplumsal meşruiyeti son derece sınırlı. Halkın ya da işçi sınıfının toplumsal ölçekte anlam taşıyabilecek büyüklükteki bir kesimini yasadışı örgütlere kazanmak olanaksız.

Bir başka deyişle, eğer Leninizm, Lenin’in Ekim Devrimi öncesinde savunduğu somut ve ilgili dönemin Rusya’sı için geçerlilik taşıyan tezlerden ibaretse, yolumuzu pek fazla aydınlatamayacaktır. Ama Lenin, “somut durumun somut çözümlemesi”ne önem veren bir devrimciydi. Her ülke ve her dönem için geçerli olacak reçeteler yazmaya kalkışmamıştı.

Yasadışı örgütlenme ve yasadışı mücadele, pek çok örgütsel bilginin yalnızca halktan değil, üyelerden bile gizli tutulmasını da zorunlu olarak beraberinde getirir. Ama buradan hareketle, bugünün Türkiye’sinde, sosyalist örgütlerin üye sayılarının, gelir ve giderlerinin, bu örgütlerde kimlerin ne kadar “profesyonel maaşı” aldığının, merkezi kurullardaki tartışmalarda kimlerin hangi görüşleri savunduğunun, örgüt yayınlarının gerçek satış sayılarının, İnternet sitelerindeki her bir yazının kaç tık aldığının vb. gizlenmesi, Leninizmin bir gereği değil, “bilgi tekeli” oluşturmanın en kolay yoludur. Bu tür bilgiler yalnızca çok az sayıda yöneticinin elinde olduğunda, bu yöneticiler, her tür tartışmada, işlerine gelen bilgileri birer koz olarak kullanabilir, işlerine gelmeyenleri kendilerine saklayabilir. Dahası, şu ya da bu nedenle “gerekli” ya da “zorunlu” gördüklerinde, bilgileri çarpıtma ve hatta düpedüz yalan söyleme yoluna gidebilirler. Üstelik, bunu, “aslında iyi niyetli” olduklarını düşünerek de yapabilirler!

Ama bilgi tekeli oluşturmak, üyelerin (ve sempatizanların) mücadeleye katkılarını sınırlandırmanın en garantili yollarından biridir. Örgütsel sorunlar yalnızca çok az sayıda kişi tarafından bilindiğinde, onların çözümüne katkıda bulunabilecek olan kişilerin sayısı da çok düşük olur. Siyaset söz konusu olduğunda, sadece, dışarıya homojenlik görüntüsü veren bir merkezi kurulun kararlarının ne şekilde hayata geçirileceği konusundaki “tartışma”lara izin verilirse, üyelerin (ve sempatizanların), alınan kararları benimsemeleri ve başkalarına benimsetmeleri zorlaşır.

Hiç kuşku yok ki, az sayıda insan (ve bazen tek bir kişi), belirli dönemlerde, bu sorunları önemsizleştirecek kadar doğru, iyi, ilerletici, devrimci vs. kararlara imza atabilir. Böylece, sözünü ettiğim riskleri, söz konusu dönemler için, önemsizleştirilebilirler. Ama Marksizme dayanan Leninizm, bu çok özel durumun teorisi olamaz!

Bilgi tekeli oluşturmama adına, bugünün koşullarında hukuki ve mali riskler doğurabilecek türden bir şeffaflık istemek de son derece tehlikeli değil mi, diye sorulabilir elbette. İyi ama, “yaratıcılık” ne güne duruyor? Niyet varsa, çözümler de bulunabilir. Örneğin, “siyasi  yasaklı” olanların varlığı nedeniyle, gerçek üye sayılarını bildirmek sorun mu oluşturuyor? Bulunmuş çözümü zaten var: “Fahri” üyelikler. Diğer taraftan, kanımca, şeffaflığın yasal düzenlemelere uyma zorunluluğundan kaynaklanabilecek olan parasal maliyetleri, kapalılığın siyasal maliyetleriyle karşılaştırıldığında, hayli önemsiz kalacaktır.

Asıl sorun şu: Leninist olduğunu iddia eden bir “merkez”e kayıtsız şartsız bağlı kalacak olan emir erleri mi istiyoruz, yoksa tek tek bireylerin sosyalist iktidar mücadelesine katkıda bulunma olanaklarının olabildiğince artırılmasını mı?

Bu noktada, “Leninizm nedir?” diye sorabiliriz.

Kanımca, Leninizmin temel ayırt edici özellikleri, “iktidar perspektifi” ve “öncülük anlayışı”dır.

“İktidar perspektifi”, temel hedefin sosyalist iktidara ulaşmak olması anlamına geliyor. Bir başka deyişle, Leninizm, halkın kendi kendisini yönetmesini sağlayacak olan bir düzene mümkün olan en kısa sürede ulaşılması için mücadele etmek demektir.

Leninist “öncülük anlayışı”na göreyse, sosyalist iktidar hedefine, tek başına halkın ya da işçi sınıfının “kendiliğinden” mücadeleleriyle ulaşılamaz ve iktidara ulaşabilmek için bu mücadelelere “öncülük” etmek gerekir.

Gezi Direnişi, en azından bence, Leninizmi bir kez daha doğruladı: “Kendiliğinden” mücadelelerle elde edilebilecek olanların sınırlarını göstererek...

Ama aynı Gezi Direnişi, yine bence, “öncülük” konumunun, tek başına “öncü olma iddiası”yla, “sınıfın aklı olma iddiası”yla ya da “halkın vicdanı olma iddiası”yla vs. kazanılamayacağını da gösterdi. Sosyalist solun seçim bilançosunun da gösterdiği üzere, Türkiye’deki sosyalist örgütler, seçimlerde, “Gezi ruhu”nun temsilciliğini üstlenemedi.

Bugün, Türkiye’de, Gezi Direnişi boyunca defalarca sokağa çıkmış, İnternet aracılığıyla tepkilerini ifade etmiş, forumlara katılmış, ülkenin farklı bir şekilde yönetilmesini isteyen, CHP dahil olmak üzere muhalefetteki düzen partilerinde aradıklarını pek fazla bulamayan geniş bir kesim var. Bu kesimin ortak paydası aranacak olursa, birinci sıraya özgürlükçülük yerleşecektir. Bunun yanına eşitlikçiliği ve paylaşımcılığı da eklemek gerektiğini düşünüyorum.

Sosyalist sol, eskisi gibi yönetilmek istemeyenlere ne öneriyor?

Öz olarak, sadece şunu: Gelin, bize katılın; ne kadar örgütlenirsek, ne kadar büyürsek o kadar güçlü oluruz ve bir şeyleri değiştirmemiz mümkün hale gelir.

Örgütlenme çağrılarının istatistiksel açıdan anlamlı bir karşılık bulmadığı açık.

Eskiden olsa, bu durum, 12 Eylül döneminin yarattığı örgüt ve mücadele korkusuna, apolitizme, duyarsızlaşmaya vb. bağlanabilirdi. Ama eskisi gibi yönetilmek istemeyenler, 30 Mart seçimlerinde, İstanbul’da, Oy ve Ötesi hareketi aracılığıyla 20 binden fazla sandık gönüllüsünü örgütlemeyi başararak, somut, gerçekçi ve anlamlı buldukları hedefler doğrultusunda canla başla, tehlikelere ve tehditlere göğüs gererek mücadele edebileceklerini gösterdi. Benzer şekilde, Ankara’da, CHP’nin oylarını korumaya çalışanlar, CHP’lilerden çok gönüllülerdi.

Eskisi gibi yönetilmek istemeyenlerin anlamlı bir bölümünün siyasal hedefler için örgütlenmesi ve mücadele etmesi nasıl sağlanabilir?

Birincisi, özgürlükçülük ve eşitlikçilik temelinde, mümkün olduğunca birleştirici/kapsayıcı bir siyasal çerçeve oluşturarak. Uzun ve ayrıntılı programlar, en azından bugünkü koşullarda, geniş kesimlerin birleşmesini sağlayamaz.

Birleştiricilik/kapsayıcılık konusunda sadece bir örnek: Gezi Direnişinin gösterdiği üzere, eskisi gibi yönetilmek istemeyenler, “militan” değil, “özgürlükçü” ve “dinsel inançlara saygılı” bir laiklikten yana. Türbandan değil, dinsel inançların siyasete ve ticarete alet edilmesinden rahatsızlar. İnançsızlıkla da bir sorunları yok. Dolayısıyla, onları birleştirebilecek olan bir siyasal çerçevede, soyut ya da militan “laiklik” veya “aydınlanmacılık” vurguları değil, inançlara dayalı ayrımcılığa ve dinsel inanç sömürüsüne karşıtlık yer alabilir.

İkincisi, eskisi gibi yönetilmek istemeyenler, ancak, her bakımdan katılımcı ve açık/şeffaf olan örgütlerde birleşebilir. Karar alma süreçlerinde herkesin eşit derecede söz sahibi olmadığı, kararlar uygulanırken herkesin özgün katkılarda bulunabilmesini sağlamayan, tam bir gelir-gider şeffaflığı sergilemeyen, her tür örgütsel bilgiyi herkesin erişimine açmayan örgütler, “Gezi ruhu”nu temsil etme şansını da yakalayamaz.

Bu konuda da, yazıyı çok uzatmamak için, yine sadece bir örnek vermekle yetineyim: Gezi Direnişi sırasında gördük ki, çok sayıda insan belirli somut hedefler uğruna çaba harcadığında, dar ekiplerin üretemeyeceği yaratıcılık örnekleri kolaylıkla ortaya çıkabiliyor. “Duran adam” eylemi, kritik bir evrede ortaya çıkan ve direnişin sürmesine katkıda bulunan bir yaratıcılık örneğiydi.

Üçüncüsü, eskisi gibi yönetilmek istemeyenler, sadece, “gerçekçi” siyasal hedefler doğrultusunda örgütlenebilir. Örneğin, seçimlerde, kazanma şansı olmayan adaylara oy vermeleri sağlanamaz. Ama yine örneğin, belirli yerelliklerde, onları gerçekten temsil edebileceklerini düşündükleri bağımsız milletvekili adayları için canla başla çalışma yürütebilirler. Tabii bunun için, söz konusu adayların, öncesinde, onları ikna edecek taahhütlerde bulunması ve ön seçimlerin yapılmasını kabul etmeleri gerekir.

Bu yazdıklarım, kimilerine, tam da Leninizm karşıtı şeylermiş gibi görünebilir.

Oysa tüm bunlar, birileri “öncülük” etmeden kolay kolay gerçekleşemez!

Aslına bakılırsa, sosyalist örgütlerin güncel bazı girişimleri, yukarıda tarif ettiğim ihtiyacın en azından bir ölçüde kabullenildiğini gösteriyor. TKP’nin “Sol Cephe”sinden ve ÖDP’nin “birleşik muhalefet” yaratma girişiminden söz ediyorum.

Ne var ki, bu girişimler, dışarıdan bakıldığında, ilgili partilerin “yan örgüt” yaratma çabaları olarak görülüyor.

Kabalaştıracak ölçüde açık yazayım: Bugün, sosyalistlerin (ya da Leninistlerin) öncülük edeceği ve eskisi gibi yönetilmek istemeyenleri siyasal mücadeleye kazanmaya çalışacak olan örgütlenme girişimlerinde, en azından Halkevleri’nin, ÖDP’nin ve TKP’nin ve aslında başka pek çok sosyalist (ve dahası sosyalist olmayan) örgütün yer alması gerekmez mi?

Ankara’daki büyükşehir belediye başkanlığı seçimi, EHP, Halkevleri, ÖDP ve TKP’nin ortak çalışma yürütmesinin kendi başına bir “sihirli anahtar” olmadığını gösterdi tabii ki. Ama bu birliktelik sadece sembolik bir anlam taşıyordu; Kaya Güvenç’in kazanma olasılığının bulunduğunu düşünen hiç kimse yoktu.

Her ihtimale karşı ekleyeyim: Halkevleri, ÖDP ve TKP’nin “birleşmesi” gerektiğini savunmuyorum! Dahası, yukarıda yazdıklarımdan anlaşılabileceği üzere, tek başına bu üç örgütün ittifak kurmasının, eskisi gibi yönetilmek istemeyenleri kazanmaya yeteceğini de düşünmüyorum.

Ama eskisi gibi yönetilmek istemeyenleri birleştirme iddiasına sahip olan bir örgütün, Halkevleri, ÖDP ve TKP’den bir ya da ikisini dışarıda bırakması, sadece şu durumda kabul görebilir: Dışarıda kalanların, sadece ve sadece, dar çıkarlarını her şeyin önüne koymaları nedeniyle dışarıda kaldıklarının herkesçe görülebilir/anlaşılabilir olması. Bunun için de, dışarıda bırakanların, bu duruma engel olmak için neler yaptıklarını açıklayabilmesi gerekir.

Açıkçası, yazının tam bu noktasında, sosyalist örgütlerden herhangi birinin üyesi ya da sempatizanı olmayan bazı okurların, “yahu, Halkevleri’ni, ÖDP’yi, TKP’yi ve benzerlerini takan kim?” diye sorabileceğini düşündüm!

Ne yazık ki, onlara hak vermeden edemeyeceğim!

Gerçekten de, bu örgütler, Leninizmin de gereğini yerine getirip, eskisi gibi yönetilmek istemeyenlerin siyaset sahnesinde ağırlık kazanmalarını sağlayabilecek olan girişimlere öncülük edemezse, onları önemsemek için pek fazla neden kalmayacaktır. Dahası, böylesi bir durumda, mevcut sosyalist örgütlerle (ve dolayısıyla Marksizmle ve Leninizmle) bağları hayli zayıf olan bazı girişimler de çıkabilir ortaya.

Leninizm, tabii ki, bugün için eskisi gibi yönetilmek istemeyenlere siyaset sahnesinde bir ağırlık kazandırma çabasından ibaret olamaz. Bugünün Türkiye’sinde yaşanan sorunların gerçek çözümlerini ancak sosyalist bir iktidarın, yani bir halk iktidarının üretebileceğini, bugün elde edilebilecek olan kazanımların sadece ve sadece sosyalist iktidara ulaşma mücadelesini güçlendirebilecekleri ölçüde anlamlı olabileceğini ısrarlı bir şekilde savunmak da gerekir. Bugünkü sorunumuz, Leninist olma iddiasındakilerin, diğer gerekirlikleri bir yana bırakarak, sadece bu son söylediklerimi yapmaya çalışıyor olması...

Ziyaretçi

samimi olarak şunu fevkalade merak ediyorum: erkin özalp hayatının yarısını merkez yönetici olarak geçirdiği örgütünde bu yukarıda yazdıklarını merkezi düzeyde tartışma olanağı buldu mu? örgütlüyken, hem de o örgütte sözü dinlenir konumdayken, Leninist olduğunu iddia eden bir “merkez”e kayıtsız şartsız bağlı kalacak olan emir erlerine karşı, tek tek bireylerin sosyalist iktidar mücadelesine katkıda bulunma olanaklarının olabildiğince artırılması için somut olarak neler yaptı? bu konuda görüşlerini dile getirdiğinde olumlu veya olumsuz ne tür tepkilerle karşılaştı? yani şuraya yazdığı şeylere katılan illa ki birileri olmuştur. onlarla birlikte bir şeyleri değiştirmek için neleri ne kadar yapabildi? emir erleri yetiştiren komiserleri tasfiye edip partisini gerçek ve kitlesel bir leninist parti yapma yolunda ne uğraşlar verdi, veriyor, verecek?

Ziyaretçi

Dışarıdan bakıldığında, Sol Cephe'yi TKP'nin “yan örgüt”ü olarak gördüğünüzü belirtmişsiniz. Böyle bir kanıya varmanızın, meselelere "dışarıdan" bakmanın bir sonucu olduğunu düşünüyorum. Bir sosyalist olarak meselelere "dışarıdan" bakmanın sınırları olacaktır. Söz konusu Leninizm ise eğer, bildiğiniz üzere, bizzat Lenin'in kendisi kendi örgütüyle birlikte örgütlü mücadelenin içinde bulunarak, diğer sosyalist örgütlere karşı şiddetli eleştiriler getirmiştir. Örgütsüz solcu olarak durarak sol örgütleri eleştirmenin bir yerden sonra anlamı olmayacaktır eğer hepimiz sosyalist hareketi ileri çekmek istiyorsak. Yanlış anlaşılmasın, ben bazıları hariç birçok eleştirinize katılıyorum sosyalist hareketin bugünkü durumu ile ilgili. Mesele şu: bu söylediklerinizle, "sosyalist hareket şunları şunları yapsın daha iyi olur, kendinizi değiştirin, bakalım ondan sonra duruma" gibi bir algı oluşuyor.

cankemal

dünyanın herhangi bir yerinde leninizme yer kaldıysa, belki türkiye'de de yer kalmıştır! ikincisi, leninizim = iktidar perspektifi demek, lafı dolandırmaktan, bir mücadelenin önüne hiçbir zaman hiçbir yerde değişmeyecek "ideal" hedefler koymaktan, yani marks'ın tarihe gömdüğü bir felsefi akımı yeniden canlandırmaktan başka bir şey değildir.
lenin'in adını ağzına alanlar, elitizmi - doktorların, avukatların, hakimlerin, mühendislerin vs. sözcüsü olmayı - bırakıp, yoksulların, en yoksul emekçilerin sesi - soluğu, sözcüsü, temsilcisi vs. - olmadıkça lenin ismi uzaklardan duyulan hoş bir seda olmaktan öteye geçmeyecektir.

Ziyaretçi

Leninist olduğunu iddia eden bir "merkez"e kayıtsız şartsız bağlı kalan emir erlerinin, tek tek bireylerin sosyalist iktidar mücadelesine katkıda bulunma olanaklarının olabildiğince artırılması ve bu sayede sosyalist solun marjinal olmaktan çıkarılması önerisine düşmanca yaklaşmalarına ne demeli peki? başarısızlıkları yerel seçimlerde bir kere daha ispatlanmış "merkez"i sorgulamayın, diyorlar. "merkez" ne diyorsa o. "merkez"i en fanatikçe savunanların "merkez"e görece yeni katılanlar olması da değişmez bir olaydır. suçluluk duygusuyla "merkez"e sadakatlerini ispat etmek isterler...

http://haber.sol.org.tr/yazarlar/asaf-gu...mani-91574

Ziyaretçi

Dışarıdan bakıldığında, Sol Cephe'yi TKP'nin “yan örgüt”ü olarak gördüğünüzü belirtmişsiniz. Böyle bir kanıya varmanızın, meselelere "dışarıdan"" bakmanın bir sonucu olduğunu düşünüyorum." diyen arkadaşa sesleniyorum.

Elbette ki yan örgüttür. "İçerde" olduğum zamanlarda, partiye örgütlenmek ile sol cepheye örgütlenmek arasında zorluk açısından hiç fark olmadığını düşünürdüm. Zira "dışarda" duranlar için ikisi aynı şeydi. Örgütlenmesi beklenen kişiler de "dışarıda" oldukları için onların nasıl düşündükleri benim için önem taşırdı. TKP'li olmayı planlayan biri sol cepheye de girerdi elbette, ama hedef bu değildi...

Ama şunu eklemesem de olmaz. Bütün bunları düşünerek "içerde" bulunduğum süre zarfında, bu düşünceyi "dışarıda" duran biriyle hiç paylaşmadım. Çünkü "dışardaki" ikna edilmek içindir, tartışılmak için değildir.
İkna edecek argüman yoksa ne olacak? O zaman aşağılama ve ötekileştirme yoluna gidilir. Birilerine "sen sus" demek için gerekçeleri üretilir. En popüler olanı da kuşkusuz " dışarıdan konuşmamalısın" oluyor.

haddizât

İdeolojik saldırı (ne yazık ki) doğrudan Marx’a ya da Lenin’e karşı yapılmıyor. O halde görev halkı Marksizm-Leninizm doğrultusuna mı çekmektir?
Bugünün Leninistleri aksine, kendi minderleri dışında güreşmiyorlar. Marx nasıl aydınlanmacılığın ve işçi hareketlerinin açtığı yolun içerisinde doğmuş ve dolayısıyla da aydınlanmacılığın ve de proletaryanın nesnelliğinden beslenmiş (etkilenmiş) ve onu belirli yanlarıyla aşıp ileri taşımışsa bugünün yurtseverliği, gençlerin özgürleşmeci tutumu, anti-emperyalist damarı Leninistlerin gerçek nesnelliği olarak tarif edilmelidir.
Bu bakımdan Leninizm tek başına Lenin’in kitaplarına dönmek değildir. Yalnızca onun bakış açısından yola çıkıp kendi nesnelliğini ileri taşımak da değildir. Leninizm, bu değerlerin sosyalizme nasıl aktarılabileceğiyle ilgili bize ipuçları sunar.  Çünkü her şeyden önce nasıl/neden sorularına diyalektik ama aynı zamanda taktiksel bir çözüm yaratmamıza yardımcı olmaktadır. Leninizme yer de buradan açılır kanımca: Marksist yöntemi ve Leninist öznel yanı hesaba katarak bugüne dair ipuçları bulmak ve bunları sosyalizme taşımak. Tarihe bakarsak Lenin’e veya Marx’a özgü bir sosyalizm vardır diyebilir miyiz? Yoksa en genel hattıyla (Marksist-Leninist anlamıyla) sosyalizmi, emeği, halkın sosyalist örgütlenmesini temel alan ve sermayeyi ortadan kaldırmak amacını güden kapitalizme alternatif bir sistem olarak mı tarif etmeliyiz?
Sayın Özalp, gerçek ve kitlesel bir Leninist parti, Lenin’in Rusya’nın özgün koşullarına uyguladığı taktikleri aşan, sosyalist devrimi gerçekleştiren ve başarıya ulaştıran parti midir? Yoksa birden çok Leninist parti mi vardır? O zaman örgütsüz Leninistler ne yapmalıdır?


Erkin Özalp

Sevgili haddizât,

Kanımca, “halkı Marksizm-Leninizm doğrultusuna çekmek”, ancak sosyalist bir iktidarın bir hedefi olabilir. Güncel görevin halkı sosyalist iktidar mücadelesine kazanmak olduğunu düşünüyorum.

Marksizm ve Leninizm hakkındaki değerlendirmelerinize de, sosyalizm tarifinize de büyük ölçüde katılıyorum.

Leninist partiyi, “sosyalist devrimi gerçekleştiren ve başarıya ulaştıran parti” şeklinde tanımlarsak, hangi partinin Leninist olduğunu ancak sosyalist devrim gerçekleştikten sonra öğrenebileceğimizi söylemiş olmaz mıyız?

Evet, Leninizmin sosyalizm mücadelesindeki önem ve ağırlığını, büyük ölçüde, Lenin’in partisinin Ekim Devrimini gerçekleştirmesine borçluyuz. Ama 1917’den bu yana, her ülkede, Leninizmi benimsediğini iddia eden çok sayıda parti ve örgüt kurulabiliyor.

Bence, örgütsüz Leninistler, mümkün olan en kısa süre içinde, sosyalist iktidar mücadelesini gerçekten de güçlendirebilecek olan bir örgütte yer almayı hedeflemeli ve bunun koşullarının ortaya çıkması için çaba harcamalı.

Ziyaretçi

Leninizm sapkin yorumlarına ne demeli. Leninizmi babasının çifliği gibi parti yönetmek olarak algilayan ve bunu merkeziyetilikle açıklayan uyanıklar var. Son günlerde Tkp icinde olanlar buna örnek olarak gòsterilebilir. Gezide ve 1 Mayısta akp fasizminin bilegini bükemedigi Tkp li devrimci kardeslerimizin bilegini ve umudunu partiyi babasinin çiftligi zanneden bir kac tepe yöneticisi yıkmış durumda. Her halde Lenin, Leninizmin bu yorumuna ne derdi sizce?

Ziyaretçi

babasının çiftliği gibi parti yöneten adamları, ivan ivanoviçleri biz yarattık. suçlu biziz. bunları biz tepemize çıkardık. bu sitenin kolaylaştırıcılarında da hata var. imkanları varken bu ormancıları aparatçikleriyle birlikte partiden tasfiye etmeleri gerekiyordu. ama yapmadılar. yapamadılar.
sorun çok daha derinlerde.
mesela erkin özalp, kitabının bir yerinde sovyetlerdeki kalkınma planından bahsederken, sosyalizmin sadece on yılda geri bir köylü ülkesinden ileri bir sanayi ülkesi yaratmış olmasıyla övünüyor. peki ne karşılığında?
parti içi temizlikler, gulaglar, devrimci terör, milyonların ölümüne yol açan kıtlık ve 1984 tarzında bir devlet düzeni karşılığında.
bu ödenen bedellere hiç değinmiyor erkin özalp.
nazım'ın hesaplaştığı gibi ivan ivanoviçlerle hesaplaşmıyor.
işte bu yüzden biz kaybediyoruz ve hep ormancılar kazanıyorlar.
onları başımıza biz çıkardık. şimdi bedelini ödüyoruz.
tkp'deki kavgayı ormancılar kaybetse ve karşı grup kazansa ne değişecek ki?
iki sene sonra onlar da kendi aralarından partiyi babasının çiftliği gibi yöneten yeni ivan ivanoviçler çıkaracaklar.
temeldeki sorunla hesaplaşılmadığı sürece bu kriz hep tekrarlanacak.

Ziyaretçi

Daha etkili bir Leninist öncü üzerine açılmış bu tartışmanın anarşist veya Troçkist bazı gruplarca yapılan Leninistlere saydırma ayini düzeylerine inmesi Erkin Özalp'in çabasına da birikimine de hakarettir. Ben kendisine büyük saygı duyan, kitaplarını ve çevirilerini okumuş, kendisinden eğitim almış bir TKP'li olarak rahatsız olduğumu bilmesini istedim.
" "merkez"i en fanatikçe savunanların "merkez"e görece yeni katılanlar olması da değişmez bir olaydır. suçluluk duygusuyla "merkez"e sadakatlerini ispat etmek isterler..." veya "Gezide ve 1 Mayısta akp fasizminin bilegini bükemedigi Tkp li devrimci kardeslerimizin bilegini ve umudunu partiyi babasinin çiftligi zanneden bir kac tepe yöneticisi yıkmış durumda." gibi ifadeler kurabilenlerle, değil devrimci mücadele vermek, iki kelam etmek bile istemem. Bu güvensizlik ve kötücüllükle anti-komünizm arasında küçük bir boşluk varsa bile emin olun kısa sürede dolacaktır.
Biz Erkin Özalp'in birikiminden faydalanmanın yolunu her durumda buluruz, yazdıklarını takip etmeye ve önerilerini dikkate almaya devam ederiz, ama bu site, bu haliyle, solun ve halkın önünü açacak bir tartışma platformu olma amacına hizmet edemiyor ne yazık ki. İçeriden, yoldaşça bir dil kullanımına dikkat edilmesi ve moderatör müdahaleleri gerekiyor gibi. (İlke)
Not: Bu yorumu yazmış ama internet yavaşlığı nedeniyle hemen göndermeyi başaramamıştım. O arada gelen 10 numaralı yorum ne kastettiğimi, neden rahatsız olduğumu çok daha açık biçimde örneklendiriyor.

Ziyaretçi

Ne diyorsun simdi. Üç maymunu mu oynasın devrimciler. Hesap sormasin mi kelle koltukta mucadele ederken. Örnegin sol gazetesini kapatılırken birileri kardesim bu gazete neden bu hale geldi. Sunun bi hesabini kitabini çıkartalım kardesim diye sorulmasın istiyorsun herhalde. Birilerinin hesap vermesi ve hesap soracak kanallarin olmasi halinde denetlen insanlar daha az hata yapar. Kadrolara , üyelerine güveneceksin elbette ama birilerinin iyi niyetlerine emanet edilemiyecek kadar degerlidir mücadeleye kök salmaya baslamis parti ve örgütlerimiz. Öyle cilali laflarla malesef olmuyor devrimcilik. Hos sorun Tkp de olan biten mi sanki. Ödp ye bak yada digerlerine. Üyelerin, parti emekcileri nerede hesap sorabilmis yada tersten gerçekten hesap verilecek bir kanal yaratmis bir parti önderligi varmi? Yok malesef. Partilerin oy oranlari ortada. Bu partiler neden bu hale geldi yada neden ilerleyemedi. Tek suçlu kutuplasan Türkiye siyasetimi? Bi düşün istersen canım kardesim. Belki de suçun büyüğü bizdedir.

Ziyaretçi

partiyi babasının çiftliği zanneden adamları eleştirdiğimiz için en kestirme yoldan anarşist troçkist damgası vurulan bizler anti-komünistliğe layık görülürüz. bizimle devrimci mücadele yapılmaz, iki kelam laf bile edilmez. moderatörlerin bizi sansürlemesi, erkin özalp'in de bize haddimizi bildirmesi gerekir.
peki kiminle devrimci mücadele yapılır?
ona da 27 nisan muhtırasına binaen yangından mal kaçırır gibi telaşla açıklama yapan tkp yönetimi cevap veriyor, diyor ki: "tkp’nin ‘asker düşmanı’ olmadığı, orduda küçümsenmeyecek bir yurtsever ve aydınlanmacı birikimin bulunduğunu düşündüğü açıktır."
bu açıklamayı tkp yönetimi 28 nisan 2007'de yapıyor. iki sene sonra 30 ağustos 2009'da ise başkomutan'a da selam çakılan bir açıklama ile 30 ağustos kutlanıyor.
bir tkp'li için askerlerin, anarşist veya troçkist diye aşağılanan bizlerden daha yakın bir müttefik haline gelmesinde bir sıkıntı yok mu?
en az sizin kadar devrimci ve komünist olan solcuların değil de yurtsever ve aydınlanmacı birikimi bulunduğu düşünülen ve 30 ağustosu kutlanan paşaların size daha yakın olmasında bir sıkıntı yok mu?
asırlık tarihi boyunca devletin nice tokadını yemiş, nice bedeller ödenerek ismini tarihe yazdırmış tkp'nin şimdilerde partiyi babalarının çiftliği gibi yöneten önderliği sayesinde devlete, orduya, kemalist elitlere en yakın konumda olmasında, kısaca devrimcilikten uzaklaşmasında bir sıkıntı yok mu?

Ziyaretçi

http://arsiv.sol.org.tr/?yazino=10325
13 numaralı yorumda sözü edilen bildirinin tamamı yukarıdaki linktedir. TKP'ye nasıl askerci, devletçi, Kemalist derim diye değil, TKP ne demiş diye okunursa, metnin derdinin, asker-sivil ikiliği üzerinden siyaseti okumanın ve bu çerçevede saflaşmanın önüne geçmek olduğu açık. AKP'nin bu ikilik üzerinden güçlenmesine karşı bir erken uyarı niteliğinde tarihi bir metindir. Ayrıca bunu yaparken metnin TSK'nın gericileşmedeki payını (üstelik sadece 12 Eylül'e sıkıştırmaksızın, liberal-demokrat değil sınıfsal bir çerçevede) nasıl deşifre ettiğini de görmemek için kör olmak gerekir.
Komünistlere ilişkin "içeride koyun, dışarıda kaplan" şeklindeki imaj okumanız da yukarıdaki metin okumanız kadar sağlıksız ve yanlış. TKP'yi eleştirdiniz diye sansürlenmenizi isteyen yok. (Komünistlerin sansüre ilişkin görüşleri hakkında "Stalin de rörörö" ezberi dışında güncel ve eğlenceli bir yazı için bkz. http://haber.sol.org.tr/yazarlar/metin-c...ugu-89041) Okuduğunu anlamak istemeyen, dahası, bir cümle çekip alenen yazının anlamını saptıran bir anlayışın yaptığına eleştiri denmez ama hadi adına eleştiri diyelim, onu istediğin gibi yap kardeşim. Bunu yapabileceğin yüzlerce forum, sözlük, blog vs. var. İlla burada yapacağım diyorsan bana ne, yap. Bu sitenin sahiplerinin amaçladıklarını sandığım şeye ise hiç katkısı yok böylesi bir tartışmanın, o yüzden daha sağlıklı bir tartışma ortamı için onlara önerimi ilettim. Söyleyeceklerim bundan ibaret. (İlke)

Ziyaretçi

"bir cümle çekip alenen yazının anlamını saptıran bir anlayışla," yani "komplo, saldırı, dezenformasyon, parti üyelerinin kendilerini çaresiz hissetmelerini ve boyun eğmelerini sağlamak, gelenek ve değerlerle taban tabana zıt, kariyerist müdahaleler, sistemsiz ve düzeysiz tezler, tasfiye harekatı" niyetiyle, müsaade ederseniz, forumu takip edenlere bir soru sormak isterim:
28 haziran 2013'de izmir'deki tkp toplantısında partililerin karşısında kürsüden türk bayrağı sallayan kemal okuyan, mesela diyarbakır, van, dersim örgütlerindeki üyelerin karşısında da aynı bayrağı coşkuyla sallayabilir mi? diyarbakır'da, van'da "bu bayrak artık devrimcilerin ve halkın bayrağıdır" diye bağırdığında, yine partililer tarafından büyük alkış alır mı?
bir de parti önderliği niye sadece 2009 yılındaki 30 ağustos bayramını kutladı ki? 2010, 2011, 2012, 2013'de niye 30 ağustos kutlanmadı?

Vedat Kotan

15 mesajı da okudum. ilk olarak erkin özalp'in sol cephe ve birleşik muhalefet için yazdığı şu cümlelerin ne kadar doğru olduğunu anladım: "Ne var ki, bu girişimler, dışarıdan bakıldığında, ilgili partilerin “yan örgüt” yaratma çabaları olarak görülüyor. "

türkiye bağlamında leninizme dair yapılan bir değerlendirme dahi tkp'nin parti içi sorunlarına bağlanabiliyorsa, sosyalist örgütlerin kendilerinden bağımsız kitle örgütü işini yürütemedikleri kanıtlanmış oluyor. bırakın bu girişimleri eşitlikçiforum dahi yan örgüt statüsüne girecek neredeyse.

bu örgüt mevzusunda bana göre, kendi yerellerinde emekçi kitlelerin ekonomik-demokratik hak mücadelelerini yürütebilecekleri 'gevşek' örgütlerin mutlaka hayata geçirilmesi gerekiyor. geç bile kalındı. lenin'in "hareket" olarak tarif ettiği şeyi toparlayacak, iletişim kanalları sunacak, tarihsel olanı bırakıp güncele odaklanacak...

sanırım bu modelin en somut ve kitlesel örneğini dev-yol başarmıştı. bugün dev-yol örneğine en yakın model halkevleri'dir. 12 eylül sonrası dev-yol davasında oguzhan müftüoğlu hakime şöyle söylemiş; siz bizi örgüt kurduğumuz için suçluyorsunuz ama gelecek nesiller o örgütü kuramadığımız için suçlayacak... evet çok haklı. sokakta ete kemiğe bürünmüş, kitleselleşmiş, yerel seçim başarısı ile hala andığımız bir fatsa örneği yaratmış, mhp komandoları oluk oluk kan akıtırken halka siper olmuş o 'hareket' hiç bir zaman 'örgüt'le buluşamadı... bambaşka iki ayrı teorik-politik zeminde olsalar da o 'örgütün' tip olabildiğini düşünsek, herhalde şuan başka koşullarda yaşıyor olurduk

[vehbi ersan'ın 1970'LERDE TÜRKİYE SOLU kitabı dev-yol üzerinde biraz daha ağırlıklı durmakla beraber hem dönemin şartlarını hem de sol örgütlerini çok iyi anlatıyor, tavsiye ederim]

beyaz yakalı emekçiler haziran'da kendilerini ispat ettiler evet. ama onlardan çok daha ağır bir kültürel hegamonya altındaki geleneksel işçi sınıfı için herhalde ufukta politik bilinç seviyesi görünmüyor. mavi yakalılar için en gerçekçisi, haziranın politik çekirdeğini çevreleyecek bir ekonomik-demokratik mücadele çeperi.

bu leninizmi rafa kaldırmak mı? sanmam.

Ziyaretçi

TKP'nin yaşadığı sorunu parti içi alelade bir sorun olarak görmeyelim. Daha önemlisi, TKP'nin bu krizi sadece kendi iç dinamiklerinden güç alarak çözebilecek nitelikte bir kadro yapısı, birikimi ve geleneği yoktur. Bu acımasız bir gerçektir. Leninist parti anlayışının yaşattığı krizin öznel tarafı budur.
Ancak krizin nesnel bir tarafı da vardır. Parti içi yaşamda gücü gücüne yetene ilkesine dayanan önderlik tarzını belirleyen, şu ya da bu kötü karakterli kişilerin kişisel kusurları değil, bu astığı astık, kestiği kestik tarzdaki önderlik tipinin meşruiyetini aldığı tarihsel dayanaklardır.
Dünyada leninizme baktığımızda, çiftlik ağası gibi sosyalist parti yöneten anlayışın, çiftlik ağası gibi sosyalist ülke yöneten anlayışın bir parçası olduğunu, hem onun en büyük sebebi hem de onun en adaletsiz sonuçlarından biri olduğunu görmekteyiz. Mesela Stalin, Mao, Çavuşesku, Miloseviç tarzındaki önderliklerin kendilerini eleştiren bütün komünist kadroları temizlemeleri, çiftlik ağası tarzındaki önderliğin meşruiyet kaynaklarından biridir. Stalin bile yapıyorsa, "Stalin'i Anlayan..." bizim solcular neden yapmasınlar? Bu dayanaklarla güçlü bir şekilde hesap kesilmediği sürece gücü gücüne yetene ilkesine dayanan tarzın 15 senede bir yarattığı krizler hep tekrarlanacak.
Bu anlayışla yüzleştiğimizde dinden çıkmaktan korkuyoruz. Bütün mesele bu. Bir takım yöneticilerin leninist parti anlayışını ve meşruiyetlerini borçlu oldukları tarihsel dayanakları sorguladığımızda dinden çıkmakla korkutuluyoruz. Anti-komünizmle aramızda küçük bir boşluk kalmasıyla korkutuluyoruz mesela.

ziyaretçi

Hepimiz dinden çıkmışız.
Ama;

Karşımızda olan dinsizliğin belirli bir türü, kendisi değil.

Dinsiz, dinsiz kalmanın yarattığı boşluğa (neden varım? ölünce ne olacak?) yalnızca tarihsel yanıtlar veriyorsa orada olumsuz anlamda ideoloji konuşur. Artık kapsayıcı olan yalnız bir aidiyetlik üzerinden değil aynı zamanda akıl üzerinden şekillenen bir yanılgılar bütünüdür.

Doğaya ve bilime bakmak bu noktada “boşluğu doldurmak yerine boşluktan kurtulmak” anlamına gelir.

Vicdansızlık yapalım demiyorum.

Fakat;

Öbürküsü bu boşluğun başka putlaştırmalarla telafi edilmesidir.
İyi bir bürokratik yönetimin her tür sorunu çözebileceğine inananlar Weberyan sosyolojist yaklaşımı benimserler. Bu, tıpkı var olana, olacak olana ve iyi olana dair bir inancın örgütlenmesiyle her tür soruna yanıt oluşturulacağı inancı kadar saçmadır.

Mesele üyelerini iyi bir örgüt olduğuna inandıran yönetici ve ara kademelerde değildir bu yüzden.

Mesele, sosyolojiye teslim olmamaktır.

Sosyolojik zihniyetten kurtulmaktır.

Yukarıda sadece tarihsel örneklere bakıldığında ideolojik yanılsamalar oluşur denildi.

Peki bu tekrarın, örneğin Stalinizmin tekrarının aynı şekilde bir Hruşovculukla yanıtlanmayacağı ne malum?

Marx tarihsel olayların tekerrür etmediğini, “benzeyenlerin” tarih tarafından “benzetildiğini”, rezil edildiğini söylememiş miydi Bonapart’a?

Özetle;

Devrimciler örfî ve şer’i hukuka dayanmazlar.

Gelecek bu yüzden gelenek değildir.

Ama gelenek, toplumun yetiştiği ortamın da belirleyicisidir.

Umarım anlaşılmıştır.

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder