2 Nisan 2020 Perşembe

Sosyalist solun seçim bilançosu

Eşitlikçi Forum yazıları

1 Nisan 2014


Aşağıdaki yazı YSK’nın açıkladığı kesin sonuçlara göre yeniden düzenlenmiştir.

30 Mart 2014 yerel seçimlerine “Gezi ruhu”nu temsil etme iddiasıyla giren sosyalist partiler, tam olarak hangi sonuçları elde etti? Bu yazıda, bünyesinde farklı sosyalist parti ve örgütleri barındıran HDP’yi bir kenara bırakarak, asıl olarak ÖDP’nin ve TKP’nin elde ettiği sonuçlar üzerinde duracağım.

Öncelikle, sosyalist partilerin oy oranlarının yıllar içinde ne şekilde değiştiğine bakalım (bu yazıdaki 2014 seçimleriyle ilgili tüm veriler YSK’nın sitesinden):


Y: Yerel seçimler, il genel meclisi (2014 için il genel meclisi ve belediye meclisi) oyları / * HADEP çatısı altındaki ittifaka katıldı / ** DEHAP çatısı altındaki ittifaka katıldı / *** SHP çatısı altındaki ittifaka katıldı / + Ortak bağımsız aday  çalışmasına katıldı / ++ Eksik aday gösterdi / +++ Seçimlere katılmasına izin verilmedi. / ++++ Seçimlere HDP çatısı altında katıldı.


Kuşkusuz, sosyalist partilerin farklı seçimlerde gösterdikleri bağımsız adayların oyları hesaba katılmadığından, yukarıdaki tablo eksikli. Ama son seçimlerde ÖDP de TKP de il genel meclisi ve belediye meclisi seçimlerinde bağımsız aday çıkarmadığından, özellikle 1999 yılına göre çok belirgin bir gerilemenin yaşandığı da açık.

Bundan önceki tüm seçimlerde olduğu gibi son seçimlerde de, sosyalist partilere oy vermeyi düşünenlere, “oyları bölmeyin” çağrıları yapıldı. 30 Mart seçimlerinde bu çağrıların daha fazla yankı bulduğu da iddia edilebilir. Ama herhalde, ortada açıkça tartışılması ve dersler çıkarılması gereken “bağzı” sorunların bulunduğu kesin!

Eğer sosyalist örgütler (Gezi Direnişine rağmen ortaya çıkan) yukarıdaki tablo ve asıl önemlisi bu tablodan çıkaracakları somut dersler hakkında ikna edici açıklamalar yap(a)mazsa, bu yüzden yaşayabilecekleri “iç sorun”ları (her zamanki gibi) bertaraf etseler bile, Türkiye’deki “yok sayılabilir” güçler arasında yer aldıkları izlenimini daha bir pekiştirecektir.


Dersim’de olup bitenler

Kuşkusuz, seçim bilançosu, Türkiye genelindeki il genel meclisi ve belediye meclisi oylarından ibaret değil. Umut veren gelişmeler de yaşandı.

Örneğin, sosyalist kadroları heyecanlandırmanın ötesinde medyanın da ilgisini çektiği üzere, Dersim’in Ovacık ilçesinde, bir “komünist” aday seçim kazandı! TKP’den aday olan Fatih Mehmet Maçoğlu’nun bu başarısı, yerel seçimlerde elde edilebilecek olan somut başarıların ülke gündemine girmek açısından da anlam taşıyabileceğini somut olarak gösterdi.


Ovacık’ta en fazla oy alanlar
Parti
Oy sayısı
Oy oranı (%)
TKP
656
36,06
BDP
607
33,37
CHP
281
15,45
AKP
227
12,48


Dersim’in bir başka ilçesi olan Mazgirt’te ise, ÖDP’den aday gösterilen Tekin Türkel belediye başkanlığına seçildi.

Mazgirt’te en fazla oy alanlar
Parti
Oy sayısı
Oy oranı (%)
ÖDP
361
41,07
BDP
332
37,77
AKP
79
8,99
CHP
70
7,96


Tekin Türkel, 2009 yerel seçimlerinde, Mao/İbrahim Kaypakkaya çizgideki Demokratik Haklar Federasyonu (DHF) tarafından EMEP’ten aday gösterilerek belediye başkanı olmuştu.
Hem TKP’nin hem de ÖDP’nin Dersim’deki adayları, aslında, asıl olarak, DHF’nin adayları.
DHF’nin başını çektiği Dersim Demokratik Halk Dayanışması, bu seçimlerde, adaylarını şu şekilde göstermişti:


“Dersim Bağımsız Belediye Başkan Adayı Ali Tacar (Bağımsız aday olarak giriyor)
Dersim İl Genel ve Belediye meclis üyeleri  (TKP çatısı altında giriyor)
Ovacık Belediye Başkan Adayı Mehmet Fatih Maçoğlu (TKP çatısı altında giriyor)
Hozat Belediye Başkan Adayı Kahraman Kılıç (TKP çatısı altında giriyor)
Mazgirt Belediye Başkan Adayı Tekin Türkel (ÖDP çatısı altında giriyor)
Pülümür İl Genel Meclis Üyesi Erdal Duman (TKP çatısı altında giriyor)
Nazimiye İl Genel Meclis Üyesi Alişer Timurtaş, Alattin Eker (TKP çatısı altında giriyor)
Nazimiye Belediye Meclis Üyesi Adayları Pakize Durgun, Ümit Gürbüz, Gönül Gökbaş (TKP çatısı altında giriyor)” (Kaynak)


Dolayısıyla, TKP’nin Dersim’deki il genel meclisi seçimlerinde yüzde 8,92’lik bir oy oranına ulaşması da, asıl olarak, DHF ile yapılan işbirliğinin bir ürünü. Tabii bu durum, Dersim’de elde edilen sonuçları hiçbir şekilde değersizleştirmez. Dahası, DHF’nin Dersim’de bu denli güçlü olabilmesinin nedenlerini de ayrıca ele almakta yarar olacaktır.

DHF’nin diğer adaylarının elde ettikleri sonuçlar şöyle:


Yer
Oy sayısı
Oy oranı (%)
Dersim
2.290
13,41
Hozat
657
30,22


Bu arada, 2009 seçimlerinde Dersim’in Pertek ilçesinde bağımsız aday olup seçildikten sonra EMEP’e geçen Kenan Çetin, bu kez, EMEP’in politikalarıyla uyumlu olarak, HDP’den aday oldu. Ama yüzde 35,45 oranında oy almasına karşın, CHP’nin yüzde 22,40 oranında oy aldığı başkanlık seçimini, yüzde 40,52’lik oy oranıyla AKP kazandı.


Görece yüksek oy oranlarına ulaşılan yerler

TKP’nin 2011 seçimleri öncesinde halktan istediği “500 bin oy”, yüzde 1,16’lık bir oy oranına karşılık geliyordu. Ama yalnızca 65 bin oy alınabilmişti. 2014 seçimlerinde, beklentilerle sonucun bu ölçüde farklılaşmasının somut örneği, Defne’deki seçim çalışmalarıydı. Çok sayıda TKP üyesi ve bu çalışmalardan etkilenen çok sayıda parti dostu, Hatay’ın bu ilçesinde belediye başkanlığına aday gösterilen Sevra Baklacı’nın kazanacağından (neredeyse) emindi. Aynı ilçede ayrıca, Halkevleri’nin de desteklediği, ÖDP çatısı altında seçime giren bir “ortak aday” vardı. ÖDP yöneticilerine göre, onun kazanma olasılığı daha yüksekti!

ÖDP’den aday gösterilen ve kazanma şansı olduğu iddia edilen Malik Kılıç, oyların yalnızca yüzde 1,07’sini alabildi. Sevra Baklacı, açık arayla daha yüksek bir oy oranına ulaştı: Yüzde 7,63. Ama Baklacı’nın oy oranı Kılıç’ınkinin 7,1 katıyken, CHP adayının oy oranı Baklacı’nınkinin 10,8 katı:


Defne’de en fazla oy alanlar

Belediye Başkanlığı
Belediye Meclisi Üyeliği
Parti
Oy sayısı
Oy oranı (%)
Oy sayısı
Oy oranı (%)
CHP
66.419
82,09
66.480
82,21
TKP
6.170
7,63
4.613
5,70
İP
3.211
3,97
3.645
4,51
AKP
2.681
3,31
2.789
3,45
ÖDP
865
1,07
1.368
1,69
HDP
666
0,82
779
0,96


Herhalde her iki partinin yöneticilerinin de Defne’deki bu orantısız sonuçlar hakkında ikna edici bazı açıklamalar yapması gerekir...

Bu arada, Sevra Baklacı 6,170 oy alırken TKP’nin belediye meclisi seçimlerindeki oylarının 4,613’te kalması dikkat çekici.

Defne’deki temel sorun, yaratılan beklenti düzeyinin aşırı yüksek olmasıydı. Yoksa, sosyalist solun güçlerini belirli yerelliklerde yoğunlaştırarak yüksek oy oranlarına ulaşmaya çalışması, tabii ki başlı başına anlamlı. Ve bu açıdan bakıldığında, hayal kırıklığına yol açmış olsa bile, komünist bir adayın yüzde 7,63’lük bir oy oranına ulaşmış olması elbette önemli bir başarı!

ÖDP, benzer bir başarıyı, Hopa’daki, ülke gündemine pek fazla sokamadığı çalışmasıyla kazandı. Artvin’in bu ilçesinde, ÖDP adayı Enver Korzay, yüzde 7,42’lik bir oy oranına ulaştı.


Hopa’da en fazla oy alanlar
Parti
Oy sayısı
Oy oranı (%)
AKP
4.546
40,35
CHP
4.523
40,15
ÖDP
836
7,42
HDP
624
5,54


Bunların dışında, ÖDP’nin de desteklediği adaylar, Fındıklı, Tonya ve Avanos’ta, CHP çatısı altında seçime girmişti. Nevşehir’in Avanos ilçesinde, 3.402 oy alan CHP adayı, AKP adayını kıl payı farkla geçerek başkan seçildi (yüzde 39,75’e yüzde 39,67). Rize’nin Fındıklı ilçesinde AKP birinci (yüzde 46,56), CHP 2.818 oyla ikinci (%44,12) oldu. Trabzon’un Tonya ilçesinde de AKP belediye başkanlığını alırken (yüzde 53,49), CHP 4.031 oyla (% 39,61) ikinci sırada kaldı.


Diğer belediye başkanlığı seçimlerinden bazılarında durum

Bunları bir tablo olarak sunayım:


Parti Yer
Oy sayısı
Oy oranı (%)
2009’daki oy oranı (%)
TKP İstanbul Büyükşehir
7.523
0,09
0,11
TKP İzmir Büyükşehir
2.245
0,09
0,28
TKP Bursa Büyükşehir
1.006
0,06
0,18
TKP Denizli
255
0,04
0,05
TKP Sakarya
354
0,06
0,11
TKP Hatay-Samandağ
259
0,42
-
TKP Uşak
49
0,04
0,10
ÖDP Uşak
263
0,22
-
ÖDP Kırşehir
65
0,09
-
ÖDP İstanbul-Silivri
91
0,10
-
ÖDP Muğla-Bodrum
144
0,17
-
ÖDP Hatay-Arsuz
1347
2,86
-


Bu arada, Ankara’da, EHP, Halkevleri, ÖDP ve TKP’nin ortak adayı olan Kaya Güvenç’in toplam oy sayısı 2.537, oy oranı ise yüzde 0,08. 2009 yılında, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimlerine tek başına giren TKP, 2.270 oyla, geçerli oyların yüzde 0,09’unu almıştı. Anlaşıldığı kadarıyla, tek başına “solun ortak adayı” çıkarmak yeterli olmuyor; söz konusu adayın daha başka “ikna edici” hedefler de ileri sürebilmesi gerekiyor...


Meclis üyeliği seçimleri hakkında...

“Tatava yapma, bas geç”çiliğin etkili olduğu 30 Mart seçimlerinde, sosyalist sol, il genel meclisi ve belediye meclisi seçimlerine odaklansaydı, belki de, biraz daha farklı bir tablonun ortaya çıkmasını sağlayabilirdi. Ne de olsa, seçimlerin odak noktasında, meclis üyelikleri değil belediye başkanlıkları vardı. Tam da bu sayede, meclis üyeliklerinin sağlayacağı “denetleme” olanakları üzerinde daha fazla durulabilir ve sosyalist adaylara oy verilmesi çağrısı öne çıkarılabilirdi. Ama benim görebildiğim kadarıyla, TKP, meclis üye adaylarıyla ilgili propaganda çalışmalarına çok geç başlar ve bu çalışmaları sırasında pek fazla somut vaatte bulunmazken, ÖDP, yine hayli geç başladığı meclis üyelikleri hakkındaki propaganda faaliyetlerinde, daha ikna edici olabilecek şeyler söylemesine karşın, bunları yeterince yaygınlaştırmayı başaramadı.


Halkevleri’nin muhtar adayları

Halkevleri, 2009 yerel seçimlerinde olduğu gibi bu yerel seçimlerde de, “‘Halkın Muhtarları’nı seçtirelim” çalışması yürüttü ve yine bazı muhtarlıkları kazandı.


Bazı sonuçlar

Yukarıdaki bilançoda eksik bıraktıklarım elbette vardır (ve belki de çoktur)... Bu yazıya gelecek olan yorumlar, bu eksikliklerin giderilmesine katkıda bulunabilir. Ayrıca, kesin seçim sonuçlarını yazıya ekleyeceğim.

Ama genel tablonun az çok netleşmiş olduğu kanısındayım.

Benim ulaştığım sonuçlardan bazıları şöyle:

1)      Seçimlerde, en azından bazı yerelliklerde başarıya odaklanmak önemlidir. (Bkz. Ovacık ve Mazgirt örnekleri.)

2)      Seçimlerde, en azından bazı yerelliklerde somut kazanımlar elde etmek için gerçekten çaba harcandığında, dikkat çekici oy oranlarına ulaşılabilir. (Bkz. Defne ve Hopa örnekleri.)

3)      Seçimlerde, genel geçer sosyalizm propagandasıyla elde edilebilecek olan kazanımlar hayli sınırlıdır. (Bkz. ÖDP’nin ve TKP’nin oy oranları.)

4)      Seçimlerde, herhangi bir somut sonuç doğuramayacağı bilinerek yürütülen çalışmaların mutlak başarısızlıklara uğrama olasılığı çok yüksektir. (bkz. İstanbul ve Ankara örnekleri.) (Not: Ankara’daki “ortak sol aday” çalışmasını ben de önemsemiş ve bu çalışmanın daha olumlu sonuçlar doğurmasını ummuştum.)

5)      “Örgütlenin” çağrısı, somut ve inandırıcı hedefler tarif edilmediğinde, örnek gösterilebilecek kazanımlar elde edilemediğinde, sosyalist sol açısından, hiçbir işe yaramıyor. (Gezi Direnişi öncesinde, sosyalist sol, sürekli olarak “örgütlenme” çağrıları yapıyordu. Pek fazla başarıya ulaşılamadı. Gezi Direnişi sırasında, sosyalist sol, yine “örgütlenme” çağrıları yaptı. Yine pek fazla başarıya ulaşılamadı. Bu konudaki başarısızlığın en son somut kanıtı, 30 Mart seçimlerinde alınan oylar. Ve 30 Mart seçimleri sonrasında da, aynı şekilde “örgütlenme” çağrıları yapılıyor. İyi ama, hangi somut ve inandırıcı hedefler doğrultusunda örgütlenilecek?)

Her şey sandık değil elbette. Sosyalist solun, seçimlerde elde ettiği sonuçlar ne olursa olsun, bu ülkede belirli bir ideolojik etki gücüne sahip olduğu da açık. Ama seçimlerde yüzde 1’lik oy oranına yaklaşmak şöyle dursun, binde 1’lere doğru gerileyen sosyalist örgütlerin ciddi bir inandırıcılık sorunu yaşadıkları da bir o kadar açık.

Kanımca, eğer mevcut sosyalist örgütler ciddi iç muhasebeler yapıp bunların sonuçlarını halkla açıklıkla paylaşmazsa, farklı bir düzen için mücadele edebilecek olanların, mevcut sosyalist örgütlerden bağımsız yollar aramaları kaçınılmaz.


Bu yazıda yeterince üzerinde duramadığım kimi konuları tartıştığım yazılarımdan bazıları şunlardı:
Gezi Direnişi solu silkeleyebilecek mi?
Sol, gerçek seçim çalışmalarından neden kaçıyor?
Defne’den seçim çalışması dersleri

matematikçi

Bir ek yapayım; TKP yalnızca belediye meclislerine aday gösterdi. Yani köylerden çıkabilecek oylar sayılmadı. ÖDP ise İl Genel Meclisi'nden adaylar göstermesine rağmen TKP'nin aksine tüm ilçelerde aday göstermedi.

Erkin Özalp

TKP il genel meclisleri için de aday gösterdi:

http://www.tkp.org.tr/dosyalar/tkp/tkp_2...lari_0.pdf

Ziyaretçi

samandağ bilgisi yanlış samandağında alınan oy başkanlığa 250 meclise 300 dür..

Ziyaretçi

çıkardığınız bilanço ışığında mevcut sosyalist örgütler ciddi iç muhasebeler yaparak bunları halkla ebette paylaşmalıdırlar. ancak bundan da önce öncelikle bu muhasebeyi kendi örgütlü üyeleriyle "daha etraflıca" paylaşmalıdırlar diye düşünüyorum. çalışmalarınızda kolaylıklar diliyorum.

Ziyaretçi

Toplu halde bu sonuçları önümüze koyduğunuz için teşekkürler.

Öncelikle yazının içeriğinden bağımsız bir değerlendirme: Bu yazıyı önce burada, sonra sendika.org üzerinden okudum. İki sitenin sayfa düzenini kıyaslayınca farkın ne kadar büyük olduğunu eminim bu sitenin yöneticileri de fark edecektir. Aynı yazı sendika.org'daki düzenlemeyle son derece anlaşılabilirken esitlikciforum.net'de okumak için ciddi emek harcamak gerekiyor. Sayfa düzenlemesinin ne kadar önemli olduğunun önemini unutmamak gerekiyor.

İkinci olarak sosyalist solun oy oranları üzerinden bir değerlendirme yapmanın istatistiki olarak doğru olmadığını düşünüyorum. Yereldeki "özel" sonuçlar dışında değerlendirme yapılabilecek bir oy farkı bulunmadığını kabul etmek gerekiyor. %0.08 ile %0.2 arasında -her ne kadar mertebe farkı olsa da- politik ya da sosyolojik bir sonuç çıkartılabilecek bir fark olmadığı ortadadır.

Bu oy oranlarının tek anlamı sosyalistlerin Türkiye'de oy alamıyor olduğudur. Farklı hareketleri veya farklı seçimlerde alınan oyları kıyaslayarak yorum yapmak, bu rakamlarla istatistiki olarak mümkün değildir.

Selamlar

yusuf

ovacık ve hozat sonuçları keşke içerik ile uyumlu olsaydı ve birlikte övünüp odaklaşabilseydik. bu ilçelerde seçimi örgütleyen kadroların çoğunluğu kırık, dökük, küskün, dönek, geçmiş seçim süreçlerinde CHP,AKP, hatta DYP saflarında seçim çalışması yürüten, yereldeki çeşitli kişilere, uygulamalara, olaylara tepki üzerinden örgütlenen, utangaç veya gizli kürt ve pkk düşmanlığı ile uzlaşarak destek arayan haller ne yazık ki belirleyici. düşünebilirmisiniz; ovacık'ta kazanan adayın seçim çalışmaları çerçevesinde düzenlenen şenlikte TKP mk'dan konuşan temsilci, kürt ve alevi sorununa, bölgedeki savaş süreci ve barış mücadelesine, chp ye, kürt illerindeki kitlesel uyanış ve mücadeleye tek kelime değinmedi, sadece anti akp içerikli bir konuşma yaptı. ha keza kazanan arkadaşımız da suya sabuna dokunmayan bir konuşma yapmakla yetindi. dağıtılan materyali incelemenizi, ilçede ki seçim sürecini yakından incelemenizi tavsiye ederim

mersin

merhaba

çok değerli bir yazı/değerlendirme olmakla birlikte sosyalist solun bu konumdan çıkışı için çözüm önerisi getrime ve ya alternatif çalışma yolu tarif etme konusunda eksik kaldığı düşüncesindeyim.

Bu konuda da fikirlerinizi paylaşmanızı rica ederim.

ugur

sevgili özalp merhaba
sosyalıstlerın orgutlenın cagrısından ote somut ve gercek hedefler gostermesı gerek derken bunu nereye dayandıracagız daha somut duracak soylem yada ınandırıcılık nedir?

Ziyaretçi

merhaba

sosyalist solun önümüzdeki dönem taraflaşmayı sağlayacak hamleler yapması gerektiğini düşünüyorum ve bunun tek yolunun siyasi olarak radikalleşme olduğu kanısındayım siyasi olarak radikalleşme alternatifin üretilmesini de sağlayacağını inanıyorum erkin abi önümüzdeki dönem acil olarak solun cevap vermesi gereken sorular nelerdir ve cumhurbaşkanlığı seçimlerine sol nasıl hazırlanmalıdır? yazınızın devamı bu sorulara cevap vermeli diye düşünüyorum kolay gelsin

Erkin Özalp

Sosyalist solun yapması gerekenler hakkındaki görüşlerimi Teorisyeniniz Devrimciydi adlı kitabımın "Sol ve iktidar mücadelesi" başlıklı bölümünde yazmıştım:

http://erkinozalp.blogspot.com.tr/p/kitap.html

Biraz daha kısa olan bazı değerlendirmelerim, Eşitlikçi Forum'da da yer alıyor:

Gezi Direnişi solu silkeleyebilecek mi?
Sol, gerçek seçim çalışmalarından neden kaçıyor?

Sosyalist solun, bugünkü gücüyle, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde önemli bir etkiye sahip olamayacağı kanısındayım. Kanımca, zaman yitirmeden, önümüzdeki (erkene alınma olasılığı da bulunan) genel seçimlere dönük çalışmalara başlamak gerekir...

Ziyaretçi

Marx; “Bütün geçmiş nesillerin gelenekleri, bir karabasan gibi şimdi yaşamakta olanların beyinlerine çöker.” der 18 Brumaire'de. Sanırım bir analoji yaparak yazın sonucundan çıkana uyarlayabiliriz.

Diğer yandan aklımda cevabını aradığım bir soru var. Sosyalist hareketin ideolojik ağırlığı ile örgütsel ağırlığı arasında her zaman bir açı farkı olmuştur/olacaktır. Amma bu kadar tuhafına Türkiye dışında herhalde şahit olunmamıştır. Bunun nedenleri hakkında düşüncelerin neler?

Erkin Özalp

Hep zor ve uzun tartışmalar gerektiren sorular geliyor 😀

İlk anda aklıma gelen bazı düşüncelerimi paylaşayım.

Kanımca, Türkiye’de, “sosyalist hareket”in olmasa bile “sosyalist ideoloji”nin belirli bir ağırlığa sahip olmasının, mevcut sosyalist yapılardan bağımsız bazı kaynaklarının da bulunduğunu unutmamalıyız.

Mevcut düzenin sorgulanması için yığınla neden var. Diğer yandan, özellikle de mevcut düzeni sorgulama potansiyeline sahip olan gençlerin beslenebileceği sayısız evrensel ve yerel kaynaktan bir bölümü şöyle sıralanabilir:

Marx, Engels, Lenin, Ekim Devrimi, Che Guevara, Fidel Castro, Küba Devrimi, Hugo Chavez, Deniz Gezmiş, Nâzım Hikmet, Aziz Nesin, Can Yücel, Mahir Çayan, İbrahim Kaypakkaya, Mustafa Suphi...

Türkiye’deki mevcut sosyalist örgütlerin tümü, aynı zamanda, sosyalizm düşüncesinin evrensel ve yerel kaynaklarının en azından bir bölümünü sahiplenme ve temsil etme iddiasına sahip. Dolayısıyla, özellikle de bu kaynaklardan beslenerek bir şeyler yapmak isteyen gençlerin, gözlerini mevcut sosyalist yapılara dikmesi doğal ve kaçınılmaz.

Ama tek başına bazı tarihsel kaynakları temsil etme iddiası, doğru/anlamlı/inandırıcı/gerçekçi hedefler doğrultusunda mücadele edilmesinin bir güvencesini oluşturamıyor. Sosyalist yapılara katılanların gerçekten büyük özverilerle yürüttüğü çalışmalar, somut ve umut vaat eden sonuçların elde edilmesini sağlamadığında da, zaman içinde, “boşa kürek çekiyor olma” düşüncesi güç kazanabiliyor.

Kanımca, buradaki en kritik sorulardan biri şu: Solun iktidara nasıl gelebileceği konusunda somut bir şeyler söyleyebiliyor muyuz? Bir başka deyişle, “sosyalist iktidar”ı ya da “devrimci iktidar”ı veya “halk iktidarı”nı hedeflediğimizi söylemenin ötesinde, böylesi bir iktidara somut olarak neler yaparak ulaşabileceğimizi tartışıyor muyuz?

“İktidar perspektifi”nin önemli olduğunu vurgulayan sosyalist yapılar bile, “iktidar”a nasıl ulaşılabileceği konusunda, somut herhangi bir şey söylemiyor. “Örgütlenmek” ve “mücadele etmek” gerektiği türü soyut tezler dışında tabii ki...

Mevcut düzeni sorgulayanlar (özellikle de gençler), bu temel soru hakkında net bir cevap alamasalar bile, sosyalizmin evrensel ve yerel birikiminin anlamlı/önemli bir bölümünü temsil ettiklerini düşündükleri sosyalist yapılara katılabiliyor. Ama bu yapıların, epeyce uzun bir süredir ve dahası Gezi Direnişine rağmen, büyük ölçüde yerlerinde sayıyor olmaları, örgütlü sosyalizm mücadelesine yeni kazanılan insanların büyük çoğunluğunun birkaç yıl içinde yitirilmesine neden oluyor.

Örgütlü sosyalizm mücadelesinden uzaklaşanların önemlice bir bölümü, solculuktan tümüyle kopmuyor. Sosyalist ideolojinin Türkiye’deki ağırlığının korunmasına kişisel katkılarda da bulunabiliyorlar.

Dolayısıyla, yine bence, örgütlü sosyalizm mücadelesinden kopanları mutlak birer “kayıp” olarak görmekten çok, onları da (yeniden) heyecanlandırabilecek olan somut hedefler belirleyebilmek kritik önem taşıyor.

Neyse, yazmaya başlarken hiç düşünmediğim kadar uzun yazmış oldum. Şimdilik bu kadarı yeter herhalde 😀

Ziyaretçi

Bu yazının açtığı tartışma çok açık: Ne yapmalı? Bu bir siyasi hareket için en temel sorudur.
Oysaki bu yazıda ortaya konulan, Türkiye'deki sosyalist hareketin aldığı oyların alt alta yazılması. Bu kadar basit! Yani sadece oy rakamlarını bile alt alta koyduğumuzda, Türkiye sosyalist hareketinin en temel sorularını/sorunlarını tartışmak zorunda olduğu görebiliyoruz!
Peki solun elindeki tek bilgi bu mu, YSK tarafından açıklanan oy rakamları mı? Yılların mücadelesi bize sayılarla ifade edebileceğimiz, bir başka deyişle "bilimsel" olarak irdeleyebileceğimiz başka hiç bir veri bırakmadı mı?
Benim bu "ilk" değerlendirmeye yapabileceğim "ilk" yorum, solun elindeki verileri-bilgileri toplumla paylaşmak zorunda olduğu. Saklayacak neyimiz var?! Bilgi kişisel bir mülk değil, toplumsal bir değerse; sol örgütler ellerinde var olan bilgileri paylaşmalıdır. Bugüne kadar işi planlayan, bilgiye sahip oldu, yine işi planlayan, kendi yaptığı işi değerlendirdi. Böyle bir mekanizma olamaz!
Partilerin üye sayısı nedir, çıkarttıkları yayınların satış rakamları nedir, hangi yaklaşım ilgi çekiyor/tartışma açıyor, bunlar nasıl tespit ediliyor, Türkiye'de sosyalizmin geleceği bir dizi yöneticinin/liderin "sezgilerine" mi bağlı, partilerin mali durumları nasıl gibi soruların yanıtları bilinmeden, somut önerilerin geliştirilmesi beklentisi gerçekçi değil.
Sadeleştireyim:
Bilimsel bilginin meta olmadığını, toplumsal bir birikim olduğunu bas bas bağıran sol, örgütsel bilgiyi paylaşmak durumundadır.
Paylaşılmalı ki başarılar/başarısızlıklar, doğrular/yanlışlar değerlendirilebilsin.
Paylaşılmalı ki "gerçek" değerlendirmeler üretilebilsin.
Paylaşılmalı ki "değerlendirmek" bilginin sahibi olanların ayrıcalığı olmaktan çıksın.
Gezi'nin bu memlekete armağanı, en saf ifadesi ile, öncelikle bireysel olarak ve biraz zorlarsak toplumsal olarak "özgürlük" talebi ise; solun işi ona verilmiş olan bu "özgürlükçülük" bayrağını kendisinden başlayarak yükseltmektir.
Sol bu işe kendisinden başlamalıdır!

Heraklit

Türkiye'nin gelmiş geçmiş en olağan dışı yerel seçimini en olağanıymış gibi değerlendirebilmenizi sağlayan soyutlama kapasiteniz gerçekten takdire şayan.

Ziyaretçi

türkiye'de marksizm leninizmi benimsemiş sosyalist partilerde parti içi yaşamda orman kanunları uygulanır. gücü gücüne yetenedir. bu anlayıştaki örgütlü bireylerden demokrat olmalarını beklemek saflıktır. bakın, erkin gibi üst düzey yönetici bile ancak partisinden ayrıldığında bir şeyleri sorgulayabiliyor. ona da hepsi hain gözüyle bakıyorlar.
hem marksist leninist olacak hem de üyelere karşı dürüst, demokrat ve katılımcı olacak... insanlık tarihinde böyle bir partinin örneği yok. zorlamayın. kendinize işkence etmeyin.
erkin'e foucault falan okumasını tavsiye ederim. yıllardır egemen iktidara karşı mücadele etti. oysa bunu yaparken tam da başka bir baskıcı egemen iktidarın içinde yaşıyordu. şimdilerde iktidarın her yerde olduğunu, her yerde aynı baskıcılıkta olduğunu görüyor.

Ziyaretçi

Sanırım tartışmada eksen; sosyalist partilerde bir dönem örgütlülük içinde bulunan insanların başlarına gelen ''kötü'' hadiselerin dökümüne doğru gidiyor. Bu kanımca; belirli açılardan kimi şerhlerin konulması gereken, sosyalistlerin bir halet-i ruhiyesine de işaret ediyor.

1. Örgütlü olmak kötü değildir. 12 Eylül ve hemen ardından reel sosyalist deneyimlerin çözüldüğü dönemden bugüne memleket solcusuna liberaller tarafından vaaz edilegelen ''bireyselliğimizi yok eden örgütler'' masalına pek prim vermemek gerekiyor. Paranoyak hastalar için kullanılan; ''paranoyak olmam izlenmiyorum anlamına gelmez'' cümlesinden hareketle sosyalist örgüt ve partilerin tümünde hatalar yapıldı/yapılıyor/yapılacak. Ama bu toptan bir günah çıkarma işlemine dönüşmemeli. Çünkü kabul edelim ki; bu düzene karşı elimizdeki tek silahımız örgüt dediğimiz şey. Yazarını tam hatırlamıyorum ama ''örgüt-birey'' sorununa bakışımıza dair; ''Mükemmelliği aramak vazgeçmenin bir çeşididir.'' cümlesi kutup yıldızı olarak aklımızın bir köşesinde her daim bulunsun.

2. Diğer yandan Erkin'in söylediği ve bence gözden kaçırılmaması gereken önemli husus, sosyalistlerin soyutluklar üzerinden kendilerini tarif eden stratejilerden ayakları yere basan, somutluklar üzerinden bir stratejiyi hayata geçiren, veyahut soyutun somutla dolayımını birinci elden kuran bir stratejik perspektife sahip olması gerekliliğidir. Bu gündelik hayatın içinden kopuk ve ne yazı ki; İstiklal'de, Çankaya'da, Alsancak'ta bira içmeyi herhangi bir parti/örgüt çalışmasına tercih eden sosyalist ''kadrolarla'' olmaz. (Bu bir genelleme. Yanlış çıkarımlarda bulunulmamasını ümit ediyorum 😀 )

3. Bir başka konu; sola bu kadar alan açan bir tarihsel kesit bu topraklarda nadir biçimde vuku buldu. Bizler, bu topraklarda gericiliğin tasallutu altında büyüdük, ilk gençliğimizi yaşadık, mücadeleye katıldık. Ve diyalektik biçimde o gericilik döneminde şekillendik.

Oysa Gezi/Haziran'da bu gericiliğin şekillendirdiği ''sert'' insanlar olarak bizler kitlelere karıştıkça şunun farkına vardık. Bugüne kadar küçük burjuva bebesi diye yerden yere vurduğumuz insanlar hiç öyle falan değil. Ve yaratıcılık konusunda 40 yılın değme devrimcisine taş çıkartır. Sorun bu insanları kapsama sorunu ise bizim, ''gök kubbede hoş bir sada'' bırakan çağrılarımızın ''eski''de kaldığını kabul edip, neler yapabiliriz üzerine kafa patlatmaktır.

4.Yine Gezi/Haziran'a ilişkin olarak, hayatlarımızda ilk defa bu kadar büyük, kitlesel ve ses getirici sokak ayaklanmalarına şahit olduk. Ve büyük bir çoğunluğumuz ''ay resmen devrim'' saflığına tutulduk. Ve bu durum ister istemez biz de ''iyimser'' politik analizler yapmak, kendimizi bir çeşit dev aynasında görme durumuna yol açtı. (Bu da bir genelleme, serinkanlı olanlarmızın önünde saygı ile eğiliyoruz) Şimdi aslında kimi gerçeklerle yüzleştiğimiz ve bundan sonra ne yapabiliriz/nasıl yapabiliriz sorusuna yanıt aradığımız döneme giriyoruz.

Uzun tuttuğumun farkındayım lakin son olarak ne yapabiliriz/nasıl yapabilirz sorularına cevap ararken sokakla bağımızı koparmadan yapılmasının elzem olduğunu düşünüyorum.

Selamlar,

Ziyaretçi

zaten ne zaman birisi örgüt-siyaset işlerine dair iki çift laf etse hemen ad hominem yapılır. mesela erkin bir şeyleri mi sorguluyor? daha katılımcı olunmasını mı istiyor? o zaten öteden beri sorunlu bir insandır. parti içi yaşamda başına bir şey gelmiştir, arzu ettiği pozisyona, yöneticiliğe gelememiştir, şimdi o yüzden çıkıntılık yapıyordur. asıl sorun ondadır. bu ad hominem mantığı hiç şaşmaz.
yoksa siz şimdi ödp ve tkp üyelerinin 2500 oy alan kaya güvenç'in adaylığını sorguladıklarını mı zannediyorsunuz? onlar seçimde nasıl bir politika izleneceğine karar vermediler ki sorgulayabilsinler. tepede üç-beş insan bütün kararları alır. geri kalanlar da getir götür işlerini yaparlar. sorgulamak, mantık yürütmek ihanettir. katılımcı ve şeffaf olunmasını istemek ise anti-komünizmdir.

Ziyaretçi

Selamlar,

Ad hominem yapılması Türkiye solunun herhangi bir öbeğinden bağımsız bir sorun değil ki... Dün Erkin'in başına gelmiştir yarın başkasının. Buna gücümüz yettiğince karşı duracağız. Kabul etmeyeceğiz. Ama bu ''örgüt teorisi'' külliyen yanlıştır anlamına gelmemeli. Ha tabii ki; iktidarı almak gibi bir derdimiz var ise.

ÖDP ve TKP'nin Kaya Güvenç'in aldığı 2500 oyun sorgulayıp sorgulamadığını bilmiyorum. Ama bu kadar umutsuz olmak gerekli değil. Nasıl ki, bu formun katılımcıları olarak bir tartışma etrafında fikir teatisinde bulunabiliyor isek, onlarında benzer süreçleri işlettiğinden eminim. Ha şu an için bizlere yansımaması gayet doğal. Kabul edelim ya da etmeyelim bu bahsi geçen iki yapıda birer parti. Ve yine beğenelim veya beğenmeyelim bu iki partinin de kendi iç işleyişi, iç hukuku, kurulları vs... var. Bize düşen ön kestirimlerde bulunmak yerine bu iki öbeğinde bu duruma ilişkin açıklamaları gelene kadar saygı duyup beklemek. Açıklamalar geldikten sonra, eleştirilmesi gereken yer varsa eleştirilir. Bu formun katılımcılarının her birinin sözünü sakınacaklar kategorisinde olduğunu düşünmüyorum.

Merkezi karar alma süreçlerine katılım sorununa ilişkin olarak, bu Türkiye sosyalist hareketinin o zamanlar küçük bir öbeğinde üzerinde yoğun tartışmaların olduğu, ayrışmanın fitilinin ateşlendiği bir saflaşmanın yansıması. Merkeziyetçilik-demokratik merkeziyetçilik adlı bu tartışma ve sonucundaki saflaşmada, bu forumun moderatörlüğünü üstlenen Erkin'de bir tarafa doğru çubuk bükmüştü. Onun bu konuda bizlere çok daha yararlı soyutlamalarla aydınlatıcı olacağını düşünüyorum.

Evet nereden bakılırsa bakılsın 30 Mart bir ''hezimet.'' Ama hiç birimiz zaten iktidarın sandıkta kazanılacağını iddia etmedi. Yol uzun, daha çok hezimetler, çok zaferler göreceğiz. Sadece yolda nefesimiz kesilmesin. Ben şu an için ayrı patikalarda yürüyenlerin orta vadede tekrar bir araya geleceğini düşünüyorum. Bunun iyimser bir temenni değil, çünkü sokak ve mücadele bizi buna çağırıyor.

Ziyaretçi

ortada dolanan örgüt teorilerinin külliyen yanlış olduğunu düşünüyorum. bunlar o teorilerin sahiplerinin egolarını tatmin etmek ve koltuklarını sağlama almak için uydurduğu faşistik yönetmeliklerden başka bir şey değil.
bu ülkede seçimlere katılan sosyalist partiler açık çalışma yürütüyorlar. illegal değiller. oysa örgüt içi yaşamın kuralları, 100 yıl öncesinin koşullarından doğan, o konjonktürün ürünü olan bolşevik parti'den alınma. doğal olarak herhangi bir üye sesini çıkardığında alacağı cevap, "burası leninist parti, burada işler böyle olur, işine gelirse" oluyor.
bunlar lenin'in partisi gibi sahiden yeraltında çalışan partiler olsa anlarım. ama hem açık çalışma yürütüyorsun hem de tepedeki 15-20 kişilik değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez komiserlerin kararlarına sorgusuz sualsiz bağlılık istiyorsun. çelişki budur.
bu örgütlerin kendi üyelerine karşı dürüst olmamasının sebebi, şu ya da bu yöneticisinin herhangi bir karaktersizliğinden, eksikliğinden, marx'ı yanlış anlamasından falan kaynaklanmaz.
amentüsü "ne yapmalıcılar kitabı" ve "stalin'i anlamak" olan partilerden katılımcı, şeffaf bir yönetim beklenemez. bu tarz örgüt teorileri külliyen yanlıştır ve hastalıklıdır ve hasta kurtarılamaz.
türkiye'ye gerekli olan, birinci tip gibi kitlesel bir sosyalist partidir. tabela değiştirerek icat edilen bolşevik partisi türevleri değil.
lenin'in devrimci mirasını inkar etmek anlamına gelmez bu. ama açık çalışma yürütüyorsanız, toplumsallaşma-kitleselleşme gibi hedefleriniz varsa, o çalışmanın koşullarına uygun, kendi özgün "ne yapmalı" kitabınızı yazmanız lazım. ve bu adımla yola koyulmak lazım.
yani açık çalışmada parti içi yaşamın kuralları ve çalışma şekli hangi ilkelere dayanmalı? ne yapmalı?
ya da ne yapmamalı?
yerel seçimlerde ödp-tkp-halkevleri-ehp ittifakı adayı 2500 oy almış. buna karşılık sadece halkın kurtuluş partisi ankara'da 1600 oy almış. ve aynı hkp izmir'de tkp'yi geçmiş.
sıradan bir tkp üyesinin bu sonuçları sahiden sorguladığını, dert ettiğini düşünmek saflıktır. çünkü seçimde nasıl bir politika izleneceğine, kimlerin aday yapılacağına o karar vermemiştir ki sonuçlarını düşünsün.
üye ya da ara yönetici, bütün düşünme yetilerini partiye girerken en tepedeki insanlara kendi eliyle teslim etmiştir. seçimde ne yapılacağına, böyle büyük kararlara en tepedeki imtiyazlı sınıf karar verir. değerlendirmeleri de onlar yaparlar.
ve hayatlarında bir defa bile hata yaptıklarını söylemez onlar. her zaman haklıdırlar. hep bahaneleri vardır. yerel seçimlerdeki başarısızlığa yol açan hatalı kararlarına da bahane bulurlar elbet. olmadı bütün suçu erkin'e atarlar.

Zafer Erbay

Sol'dan bir değerlendirme (Aydemir Güler);

"Sol ne yaptı? Bu sorunun yanıtı çok açık:
Bir; AKP-CHP geriliminden sıyrılıp üçüncü cephe açamadı.
İki; bunu ısrarla deneyen TKP doğru yaptı.
Üç; halk solun yenilgisine kafayı takmamıştır ve herkes birbirine “boyun eğme!” demeye devam etmektedir. O halde solda muhasebe evresi kısa tutulmalı ve mücadeleye ara vermeden devam edilmelidir.
...Sol halk nezdinde, muhalefet saflarında sağcılıkla hesaplaşmaya girmelidir. Sol halkı kitlesel örgütlenme pratiklerine yöneltmelidir. Sol halkı kaçınılmaz krizin yeni momentlerinde seçeneksiz bırakmamalıdır."

Dikkat edip, sadeleştirirsek;
"O halde solda muhasebe evresi kısa tutulmalı"
"Sol halkı kitlesel örgütlenme pratiklerine yöneltmelidir."

Ne yapıyormuşuz?
Sorgulamıyoruz, örgütleniyoruz!

Kaynak: http://haber.sol.org.tr/yazarlar/aydemir...leri-90466

Babuşkin

Merhaba,

Erkin Özalp'ın yazısını okudum, oldukça derli toplu ve bilgilendirici bir yazı olmuş. Bunun için teşekkür ederim.

Yazıyla ilgili olarak kafama takılan birkaç nokta var:

Genel olarak "sol"dan ayrı olarak kendisini "Marksist" ve "Leninist" olarak tanımlayan "sol" için seçimde alınan oy miktarı kendi başına bir amaç mıdır, yoksa bütün Marksist klasiklerin (Marx, Engels, Lenin, Stalin) vurguladığı gibi seçimlerden devrimci ajitasyonu daha geniş kitlelere ulaştırmak için yararlanmanın bir aracı veya ne kadar ulaştırılabildiğinin bir ölçütü müdür? Bu açıdan salt niceliksel bir değerlendirmenin yanında ve onunla bağlantılı olarak niteliksel bir değerlendirme de yapılması ve yapılan çalışmaların devrimci fikirleri kitlelere ulaştırmada ne kadar etkili olduğunun da incelenmesi gerekmiyor mu? Örneğin Rusya'da 1905 Devrimi'nden sonra yapılan Duma seçimlerinde Bolşevik, Menşevik ve Sosyalist-Devrimci Partiler işçi oylarının tamamına yakınını alıyordu. Lenin bunların niceliksel güçleriyle birlikte, işçi sınıfının hangi kesimine hangi fikirleri taşıdıkları açısından incelemiştir ve Menşevik ve SD partilerinin işçilere oportünist fikirleri taşırken, sadece Bolşeviklerin tutarlı devrimci fikirleri taşıdığı ve bunun bir yansıması olarak da en ileri sektörlerdeki en ileri bilinçli işçilerden diğer partilere göre daha büyük oranda destek aldığını ortaya koymuştur.

Ben yazıdan devrimci ajitasyon fazla yapılıyor, başarısızlık bundan kaynaklanıyor, daha az genel devrimci ajitasyon yapılmalı ve daha çok gündelik sorunlara dönük ajitasyona ağırlık verilmeli gibi bir sonuç çıkardım. Ben mi yanlış anlıyorum?

Erkin Özalp

Sevgili Babuşkin,

Sosyalist solun seçimlere nasıl yaklaşması gerektiği hakkındaki görüşlerimi şu iki yazıda açmaya çalışmıştım:

Gezi Direnişi solu silkeleyebilecek mi?
Sol, gerçek seçim çalışmalarından neden kaçıyor?

Bu konudaki tartışmayı o yazılardan herhangi birinin altında ya da Eşitlikçi Forum'un "Neden ve Nasıl?" metninin altında yürütmemizin daha verimli olabileceğini düşünüyorum.

Eşitlikçi Forum: Neden ve Nasıl?

Babuşkin

Birinci yazıyı blogunuzdan daha önce okumuştum. İkincisine de şimdi bakıyorum. Sakıncası yoksa bunlarla ilgili kafama takılanları da sormak isterim. 

Erkin Özalp

Tabii ki hiçbir sakıncası yok 😀 Gereksiz olsa bile ekleyeyim: Eleştirilerinizi yazmanız da beni sevindirecektir.

Ahmet Düzgün

Ben seçimlerde sosyalistlere oy vermeyen halkın sosyalistlerle birlikte devrime yürüyebileceğine olasılık vermiyorum. Sırf bu yüzden somut projeler üretip somut kazanımlar elde etmek gerekiyor. Son seçim özelinde kazanılan belediyeler örgütlü örgütsüz bütün herkesin dikkatini çekti. Anlamadığım şey ise seçime gerçekten kazanmak için girince devrimciliğimizden neden ödün verdiğimiz böyle bir şey yok bence 

T. Fikri

Türkiye'de sosyalist örgütler OTOFAJİKTİR. Kendi kendilerini yerler. Büyüdükçe kendilerini yer, ufalırlar. Büyümeseler de kendilerini yer, küçük kalırlar. Halkın sosyalist örgütlenmesinin en büyük engeli bu otofajik örgütlerdir. T. Fikri

misafir

Seçimler konusunda bir sürü şey yazılmış, Marksizm-Leninizmin eneski temsilcisi HKP'nin diğer sosyalist partilere yakın performans göstermesi (üstelik aktif seçim çalışmaması yapılmamasına rağmen) sadece burada konu edinilmiş.

Sebebi belli bu durumun, HKP, diğer hareketlerin ulaşamadığı kitlelere ulaşabiliyor. Sendikal çalışmada AKP ve MHP'lilere, Silivri'de ulusalcılara, Newroz açıklamalarında Kürt halkına ulaşıyor. Karşılığını da (etine göre budu) alıyor.

Diğer hareketlerin bu esnekliği kazanması imkansız. 2015 seçimlerinde BHH'nin HKP'nin gerisinde kalışını bir kez daha izleyeceğiz.

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder